28 Aralık 2007 Cuma

bir Christmas daha boyle gecti... ve mutlu yillar!


son alti yil benim icin onemli gunlerin onemlerini yitirdigi bir donem oldu. yurtdisinda oldugumdan beri ne Turkiye'deki bayramlari kutluyorum, ne de bulundugum ulkenin bayramlarini sahipleniyorum. bayram demek artik resmi olarak tatil demek benim icin. cocuklugu kalabalik bayram kutlamalariyla gecmis biri olarak bu durum elbette uzuyor beni. ama icimden baska turlu davranmak da gelmiyor. bayramlarda ailemi arayip buradaki gunluk hayata devam ediyorum. buranin bayramlarinda ise oylece diger insanlari izliyorum.

Christmas neyseki kutlasaniz da kutlamasaniz da herkesi icine alan, sarip sarmalayan bir donem. Insan, isil isil suslenmis evlere ve sokaklara kayitsiz kalamiyor, etrafindaki Christmas cilginligina kendince dahil oluyor.

Christmas kutlamalarinin merkezi sehir merkeziydi (Sentrum). Suslenmis cam agaci, bir haftaligina Christmas icin kurulan pazar ve ellerinde koca koca paketlere ragmen hala cilginca alisveren yapan insanlar, sehre alisik olmadigi bir hareketlilik katiyordu... ve farkinda olmadan benim de icimi isitiyorlardi.


kucuk kucuk kuluberiyle pazar yerinin verdigi goruntu cok hostu. ancak sunulan urunlerin cesitliligi oldukca zayifti. sus esyalari, mumlar, giysiler, sapkalar standlardaki bir kac urundu.


karanlikta kulubelerin goruntusu cok daha hostu.


benim favori standim ise bu tatli Norvecli kadinin ev yapimi soslariyla dolu olandi. ben kendime bir kavanoz feslegenli sos aldim.


bir de keceden yapilmis ev terlikleri... almadim ama renklerinin guzelliginden fotograflarini cektim.


Christmas icin kurulmus ozel kulubelerin disinda bir de her haftasonu kurulan bir pazarimiz var, yine sehir merkezinde ve islek caddelerin birinde. bu cadde ayni zamanda en cok isiklandirilan caddelerden biri olmus, kalplerle suslenmis. koseyi donup caddeye girince kucuk bir saskinlik gecirdim. isiklar goz aliciydi.


sehir merkezindeki tum buyuk caddeler ayni sekilde suslenmisti.


ara sokaklarin susu ise buyuk caddelere nazaran daha bir mutevaziydi...


dukkan camlari da Christmas suslemerinden nasiplerini almis elbette..


ah bir de Christmas koromuz... cantanin icine para atip sepetten de bir mandalina aliyorsunuz... afiyet olsun.


Christmas gecti gitti ve simdi geriye yeni yil heyecani kaldi. dilerim yeni yiliniz bu fotograflar gibi isil isil ve sicacik; sevdiklerinizle gecireceginiz bir yil olsun. Mutlu yillar!

21 Aralık 2007 Cuma

yeni yil planlari

1. dogru saatte yatip dogru saatte kalkilacak, yarasa gibi yasanmayacak.

2. daha az endiselenilecek, daha pozitif olunacak. hersey olumlu tarafindan dusunulecek. bu bazen kendini kandirmak gibi gorunse de, evet, oyle yapilacak.

3. hersey planlanmaya calisilmayacak. planlar tutmuyorsa hayat akisina birakilacak ve bu kotu birseymis gibi algilanmayacak.

4. ucuncu madde, dorduncu madde icin asla, hic bir sekilde, kati suretle gecerli sayilmayacak. daha duzenli, disiplinli, caliskan ve uretken bir ogrenci olunacak.

5. daha az duygusal olunacak. ota boka aglanmayacak.

6. bitmis arkadasliklar, dostluklar geride birakilacak, kafadan atilacak, uzerinde evirip cevirip dusunulmeyecek.

7. artik hak edene hak ettigi cevap verilecek. 'uzulurlerse' diye dusunulmeyecek. ara sira da olsa goz karartilacak ve bencillikler, hipokratliklar insanlarin yuzune vurulacak, 'oh be' deyip rahatlanacak.

8. karara baglanmis konular uzerinde daha fazla dusunulmeyecek. verilen kararin her zaman en dogru karar oldugu benimsenecek.

9. norvecce gunluk hayatta kullanilmaya baslanacak. guven duygusunun azligindan konusmamazlik edilmeyecek, ediliyorsa oturup daha sIkI calisilacak.

10. kayak ogrenilecek.

11. flamenko ogrenilecek.

12. hobilere agirlik verilecek: fotograflar arsivlenecek, resme daha bir odaklanilacak.


13. yeniden bir kopek sahibi olunacak.

14. sevdiklerimiz daha sIk aranacak.

15. bu listeye sadik kalinacak.

8 Aralık 2007 Cumartesi

Mim: hakkimdaki 7 gercek

annemin sakiz sardunyasi. konuyla ilgisi olmayip, etrafi guzellestirsin diye konmustur.

hakkimdaki 7 gercek diye bir baslik atinca sanki bugune dek yalan soylemisim de simdi dogrulari acikliyormusum gibi bir hava esti. hic heveslenme sevgili okur, oyle sansasyonel bir yazi olmayacak bu, nerede bende o malzeme? Sevgili ArchiSugar'dan bana gelen mime cevaptir bu: Hakkimdaki 7 gercek.

1. ben surekli olarak akli karisik biriyimdir. bir diger yazimda azca bahsetmistim, birbiriyle celisen isteklerim vardir, bunlar da beni surekli bir kararsizliga, kafa karmasikligina iter. en ufak konuyu bile ciddiye alma huyum, en basit kararlarda bile kararsizliklara dusmeme neden olur. ben nefret ederim bu huyumdan.

2. sosyoloji alaninda doktora yapiyorum ve daha iki senem var (ya da en azindan iki).

3. ben aslinda yola gazeteci olmak icin cikmistim. iletisim fakultesi, gazetecilik bolumu mezunuyum, ve bir sure buyuk gazeterimizden birinde muhabir olarak calistim. kanimca basarili bir muhabir olmama ragmen bu surec hayatimda yasadigim en buyuk hayal kirikliklarindan biridir. anladim ki basinin bu denli itibar kaybetmesinin bir nedeni var.

gazeteciligin bana en zevkli gorunen kismi kose yazarligidir (bu isi yapanlara gazeteci demek biraz haksizlik, meslegi asil yapanlar muhabirlerdir cunku). ancak anladim ki o noktaya gelmek icin ya camiada beni bu yere tasiyacak bir tanidigimin olmasi gerek (hasan pulur'un gecen sene yarattigi buyuk bir polemik vardi), ya da benim yillarimi bu surece katlanarak gecirmem gerekecek. karar verdim ki hayat cok degerli; bana birsey katmayacak insanlarin yaninda harcanamayacak kadar hem de.

kizgindim, bu denli onemli bir is yapan bu insanlarin, bu denli sig ve yuzeysel olmalarina karsin kizgindim. ve daha onemlisi, hayatin guzel ve kaliteli yasanmasi gerektigini dusunuyordum. hayatimi benden alacak bir meslege degil de, bana surekli birseyler katacak bir alana yonelmem gerektigini anladim. yeni bir yol cizdim kendime.

4. kararsiz bir insan olmama ragmen gozumu kararttigim anlar da oluyor iste boyle.

5. dusundum, benim gazeteci olma nedenlerimden biri yazarken duydugum zevkti. o zaman dedim, ya yazar olurum, ya da akademisyen. ikinci sikka yoneldim (hemen degil ama, arada metin yazarligi gecmisim de var). ve dogrusunu soylemek gerekirse, ikinci sikka karar verirken, aklimda hala gazetecilik vardi. belki diyordum, alanimda uzman olduktan sonra o konuda yazilar yazarim bir gazeteye.

6. bes sene ingiltere'de yasadim. ingiltere'yi cok sevdim, bize karsi hep iyi davrandigi icin (buradan vefali bir insan oldugum ipucunu da veriyorum), bir de karakterli bir ulke oldugu icin. ingiliz kibarliginin bir kli$eden ibaret olmadigini, icinde yasar iken degil de baska kulturleri tanidikca anladim.

norvec'te bulundugum sureden beri ise, hayati basit yasamanin kolayligini fark ediyorum. bu insanlar kutuphanede corapla dolasiyor, elle yenilebilecek herseyi elle yiyor, evimin onunden cesit cesit kizaklari ile geciyorlar ya, hosuma gidiyor.

tum bunlarin yanisira asil asik oldugum ise fransiz kulturu ve yasam seklidir. hayatin guzelligini ve hayatta zevk almaktan daha onemli birsey olmadigini anlatir bana fransa, kibirli insanina ragmen.

7. son bilgi; doktoraya basladigimdan beri oldukca stresli, endiseli ve huzursuz biriyim ben. ama disaridan caktirmam. olan biten icimdedir.

Fulya, gordum seni, cik... SOBE!

1 Aralık 2007 Cumartesi

birak aciyi gitsin be ayla

youtube'da hatirla sevgili'yi seyrediyorum. bu son bolum cok uzdu beni. ahmet ve yasemin evlilik hazirliklari yapiyor. ayla ve necdet ayri koselerde parcalaniyor. isil ve yasar'in evliligi de ayni sekilde, harun'u parcaliyor.

ne kotu herkesin ayni anda mutlu olamamasi. ne kotu kimileri mutlulugun dorugundayken, 'evet' diyerek hayatlarinin en guzel gunlerini yasarken, onlarin mutlulugu ile diger yureklerin parcalanmasi.

dizinin onceki bolumlerinde ayla biraz sinir bozucu bir karakterdi aslinda. ahmet ile yasemin'in sevgisini bildigi halde ahmet'i sevmekten vazgecemeyen biri. yahu birak iste kizim, cocuk baskasini seviyor, dus yakasindan diyorsun izlerken. birak, daha ne zorluyorsun, ne harciyorsun kendini onun ugruna? ama ask degil mi zaten insana tum hatalari yaptiran?

diziyi izlerken ben ne ayla'ya ne de necdet'e kizabildim, hatalarinin nedenini bildigimden. kizmak yerine acidim hatta. duyduklari ask, kendilerini bu ugurda harab etmelerine, yillarina mal oldu. yaptiklari her yanlis, tutulduklari kara sevda ugruna yapilmisti.

kara sevda... ingilizce'de kara sevdanin karsiligi var mi bilmiyorum, ama "kara sevda" pek cok seyi ne de guzel anlatan bir cift kelime.

yillar once okudugum bir kitap askimizi yonlendirebilecegimizi soyluyordu. kalbin fonksiyonu oldukca romantiklestirilmis bir fonksiyon. sonucta insan kalbiyle degil, her zaman beyniyle sever, beyniyle hisseder. buradan hareketle kitap diyor ki, sevginizi yonlendirebilirsiniz. eger sevgilinize/kariniza/kocaniza karsi sevginiz bitmisse, o zaman onlari sevmeye yeniden baslayabilirsiniz. onu farkli yonleriyle, onceden sevdiginiz yonleriyle gormeye calisin ve yeniden sevin diyordu.

kalbin abartilmis fonksiyonuna katiliyorum, evet, sevdigimizde de beynimiz seviyor. ama yine de bu denli kolay mi insanin duygularini kontrol edebilmesi? kalbinin parcalanmasina engel olabilmesi?

yapilmasi gereken belki de, aciyi kabullenmek. reddetmeye calismaktansa, kabul etmek. seni sevmedigini, sevmeyecegini kabullenmek. bir sure cok acitacaktir elbette. ama eger en agir aci olan olum acisi bile en fazla 6 ay suruyorsa, ve insanlar bunun ardindan normal hayatlarina geri donebiliyorlarsa, insanin da kara sevdadan kurtulabilmesi olasi degil mi?

o yuzden diyorum, bosver be ayla. agla sizla, ama sonra birak aciyi gitsin be ayla.

29 Kasım 2007 Perşembe

Sobe!

ben kucukken, mutlu bir cocuktum genelde. sokaklarda yakartop, kuka, yakalamac oynayan, eve aksam ezaninda zorla giren, eve cagrildiginda 'anne lutfen, biraz daha' diye yakinan, babasi cagirdiginda ise biraz korkan o yuzden itiraz etmeden hemen eve giden cocuklardan. oyle sirf kapi onunde oynamazdik. okul olmadigi zamanlarda hande ile bisikletlerimize atlar, sabah cikar aksam gelirdik. yenikoy'un bilmedigimiz sokagi, cikmadigimiz tepesi, denize girmedigimiz noktasi kalmadi. kis oldu mu ermeni tepesine cikar derme catma kizaklarimizla kayar, havalar isindi mi okula gitmeden once deniz kenarina gidip ayaklarimizi denize sokardik. mutlu cocuklardik biz. o yuzden belki de buyumek icin hic acele etmedik.

ben aslinda, disaridan cok mutlu ve huzurlu gorunen, icinde ise firtinalar kopan biriyimdir. zitliklar icindeyimdir hep. farkli istekleri olan, cesit cesit insanlar yasar icimde. hangi birinin isteklerini yerine getirecegimi bilemem cogu zaman. o yuzden de cok yorulurum, manen. bilenler ikizlersin de o yuzden der. aciklama kolay, ama boyle yasamak zor. bir benin aldigini diger ben begenmez, bir benin yaptigini diger ben bozar. boyle geciyor hayatim. bir baris yapsa icimdeki su kadinlar da ben de biraz rahata ersem.

ilk kopyam ilkokuldaydi. ertug kopya vermisti bana. hangi dersti hatirlamiyorum. yanyana oturuyorduk. o bana birseyler sordu, ben cevabi bilmiyordum. sonra umit'e sordu. umit cevabi bir kagida yazip ertug'a verdi, ertug da bana. aslinda hep caliskan bir ogrenciydim. o yuzden bu, liseye kadar ilk ve tek kopyamdi. yillar sonra ertug ile facebook'da bulduk birbirimizi. ilkokul arkadaslarini kocaman insanlar olarak gormek ne garip, ama bir o kadar da guzel. insan o saf, o cocuksu duygularina geri donebiliyor, cocuklugunu paylastigi insanlarla.

cep telefonum, pek de onemli degil, hayatimin merkezi degil. bir gun evde unutsam telaslanmam, gunum berbat gecmez. cep telefonuna yapisik insanlardan degilim, olmak da istemem. kullanmadigim zamanlarda cantamdan cikarmam. gittigim yerde oyle masanin uzerine koymam. bilmem, uygunsuz gelir bana boyle seyler. biliyorum gariplik bende, o yuzden siz alinmayin uzerinize.

en sacma huyum, duzen takintim sanirim. duzensiz bir yerde tedirgin, rahatsiz olurum. etrafi duzenlemeden rahatca oturamam, ders calisamam, yaptigim seye kendimi veremem. kafami toplayabilmem icin once bulundugum yeri, evimi, masami toplamam ve de guzellestirmem gerekir. okulda ofisimi paylastigim nick isminde ingiliz bir arkadasim vardi. ofisi katlanabilir kilmak icin guzellestirmeye calisiyordum. kendi masami toplamisim, duvarlara posterler asmisim, ama bir turlu icime sinmiyor. ofis istedigim gibi olmuyor, cunku nick'in masasi oyle daginik oyle karman corman ki, ofis ne denli guzel olursa olsun benim gozum nick'in masasina kayiyor. en sonunda dayanamayip soyledim. "nick" dedim. "biliyorum manyagin tekiyim ben ama sen masani toplamadikca rahat edemeyecegim" dedim. nick'in aslinda ne kadar iyi bir cocuk oldugunu o gun anladim. hic garipsemeden topladi masasini.

ask uzerine yazmak zor is. onceden soylenmis seyler soylememek neredeyse imkansiz. ama aski okumak dersek, o zaman baska. agdali sozleri oldum olasi sevmem. olani (ve de olmayani) gundelik kelimelerle sade ama ozgun bir sekilde anlatan yazilari hep daha samimi buldum. samimi bulduklarimi daha cok sevdim. iste belki de bu yuzden en cok orhan veli'yi, sait faik'i, cemal sureya'yi sevdim. ama en cok da nazim hikmet ve "karima mektup" burktu icimi. hani diyordu ya,

Karım benim!
İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.

en sevdigim bloglar, yorum biraktiklarim. onlar kendilerini biliyor zaten.

B5, Mor Koyun, Yasemin cikin yerlerinizden, SOBE!

23 Kasım 2007 Cuma

dolunayda kar

kar iki gundur durmadan yagiyor. her yer bembeyaz. hava erken karariyor. saat 3'te evde gun isigiyla kitap okuyamiyorum artik. insan garip hissediyor. saat 3'te baslayan 'bugun de aksam oldu' duygusu.



karin guzelligi, karanlik gunleri aydinlatmasi. hava karanlik ama disarida kar varsa zifiri karanlik olmuyor hic. o beyaz parlaklik etrafi aydinlatiyor. hani dolunay geceyi aydinlatir ya, iste burada da her gun dolunay varmis gibi.

bugun ise gercekten dolunay var. kar ve dolunayla birlikte bakalim gece daha ne kadar aydinlik olacak diye bekliyorum.



bugun cok kotu dustum. meger bastigim yer buzmus, ama uzerine yeni kar yagdigi icin ben farketmedim. en tehlikelisi. ayaklarim yerden havalandi ve daha ne oldugunu anlamadan popomun uzerine sert bir inis yaptim. hani cizgi filmlerde duserler ya, aynen oyle. popom cok agriyor. sol tarafimin uzerine oturuyorum su an.

her gun fotograf cekiyorum. daha once fotografini cektigim yerler olmasina karsin gorunce yine cekiyorum. kar az iken, kar cok iken, kardan hic bir sey gorunmezken, gunes cikmisken, gunes yokken, saat 11 iken, saat 13 iken...



bugun eve gelirken bizim buradaki parktan gectim. buyuk bir cimlik alan. ilkokul ogrencilerinin futbol calistigi yer ayni zamanda. bembeyaz kar heryeri kaplamis. kendimi sehirden uzak issiz bir yerdeymisim gibi hissettim. etraf bombosmus, ucsuz bucaksiz bir yerdeymisim gibi. yine fotograf cektim.



hala usuyorum. gidip cay yapacagim. caydanligim yok. french press'te cay yapiyorum. cok da guzel oluyor. dusundum, evin en degerli esyasi french press'imiz. nescafe'ler, sallama caylar bana gore degil. kahve/cay dedin mi o koku tum evi buram buram sarmali. hani soguk bir havada eve varirsin, evdeki kisi cay demlemistir, ve daha kapida o koku gelir burnuna. 'caya mi denk geldim' dersin. nasil da isinir icin, ruhun, daha o anda.

ben cay yapmaya gidiyorum.

9 Kasım 2007 Cuma

29 Ekim 2007 Pazartesi

bir kac fotograf


Trondheim'da eski balik ambarlari, bugunun evleri ya da restoranlari olarak kullaniliyor.



Dramatik bir gun!




Cehennem'e gider :)



Dun yaptigim pizza (Endiseli Peri'nin tarifiyle. Tesekkurler Peri).

19 Ekim 2007 Cuma

187. safya



Sevgili Yasemin ve Fulya'dan geldi bu sobeler. okudugum kitabin 187. sayfasi...

su an okudugum kitabi keyif icin degil de ders kitabi olarak okuyorum. Norman Fairclough'un Discourse and Social Change (Diskur ve Sosyal Degisim) adli kitabi. Benim bu kitabi okuma nedenim, Fairclough'un diskur analizi hakkinda bilgi edinmek.

diskur analizi, yazili ya da sozlu olarak dil kullaniminin incelenmesi demek. neden onemli? cunku sosyal gercekliklerin dilde, yani diskurda yaratildigi soyleniyor. toplumsal esitsizlikler ve farkliliklar diskur icinde sekil aliyor. tabi bu karsilikli bir iliski. daha sonra diskur da toplum tarafindan yeniden sekillendiriliyor.

Fairclough'un kitapta ki ana amaci, diskur icindeki degisimlerin toplum icindeki sosyal ve kulturel degisimleri ne derece yansittigini incelemek.

goruldugu gibi pek de ic acici bir kitap degil. o yuzden ben bu kitabin 187. sayfasi ile degil de, son okudugum kitabin 187. sayfasi ile ilgilenmeyi seciyorum, su andan itibaren.

son okudugum kitap: Harry Potter and the Deathly Hallows.

ve bu kitap ile 7 kitaplik muthis bir seruven sona ermis oluyor. nasil da onyargiliydim halbuki onceleri. okumak aklimdan bile gecmiyordu. bir kere herseyden once cocuklar icindi. ama o donem ingiltere'deydim, ve ingiltere, bu kitabin dogdugu yer olarak, baska hic bir ulkenin kapilmadigi bir Harry Potter (HP) cilginligina kapilmisti. Her HP kitabi oncesi, Waterstones (ulkenin onde gelen kitapcisi) onunde uzuuuun kuyruklar olusur, ana haber bultenleri bu cilginlardan bahsederdi. nereden bilebilirdim ki, benim de onlardan biri haline gelecegim.

serinin son kitabi Deathly Hallows, seri icinde favorilerimden olmamasina ragmen, pek cok acidan onem tasiyor. Bir kere tum sirlarin ortaya ciktigi kitap. artik kafamizda bir soru isareti yok. ve en onemlisi, bu kitap bir maceranin sonu.

607 sayfalik kitabi bitirdigimde, kitabin kapagini kapatirken kendimi cok duygusal hissediyordum. sanki arkadaslarimla vedalasmis, onlari uzaklara yolluyordum. bundan sonra bir daha gorusmeyecegimizi, Hogwarts'in yatakhanelerinde sohbet etmeyecegimizi, gece oldu mu gizli gizli Hagrid'e gidemeyecegimizi bilmek ic burkucuydu. daha da kotusu, en sevdigim karakterlerden bir kacini Hogwarts savasinda kaybetmistim. bunu okurken zorunlu olarak ara vermistim kitaba, gozlerimden yaslar dokuluyordu.

187. sayfa...

kitabin baslari sayilir (607 sayfalik oldugunu yazmistim). o yuzden pek bir hareket yok bu sayfada. sayfayi yazmaktansa, nelerden bahsettigini yazacagim.

187. sayfada Harry, Ron ve Hermione Sirius'un evinde saklanmaktalar. Evin elf'i Kreacher artik sahibi Harry ile iliskisini duzeltmis durumda ve cok mutlu. Harry ve Ron bir yandan Kreacher'in onlar icin yaptigi Fransiz tarifli sogan corbasini iciyor (corba cok guzel olmus), bir yandan da konusuyorlar. Evden disari cikamiyorlar cunku ev Death Eaterlar (olu yiyiciler) tarafindan gozetim altinda tutuluyor.

Bu arada bugun okulun ilk gunu ama onlar bu sene okula gidemeyecekler, cunku yerine getirmeleri gereken onemli bir gorevleri var. yine de kendilerini garip (huzunlu) hissediyorlar. Hogwarts Express 6 saat once kalkti ve trenin icinde olmamak onlarda bir eksiklik duygusu yaratiyor. Harry su an trendeki Ginny, Luna ve Neville'i ve neler konusuyor olabileceklerini dusunuyor. derken mutfaga, elinde bir resim cercevesi ile Hermione giriyor.

18 Ekim 2007 Perşembe

rapor

saat 12:18.

Kutuphanedeyim.

Cam kenarinda oturuyorum.

Su an kar atistiriyor.

:)

29 Eylül 2007 Cumartesi

geldim ama...

geldim ama yazmak icin hic enerjim yok.

15 gundur yoktum. zorlayici, hirpalayiciydi. simdi geldim ama beraberimde bin turlu yukle. ne yazmak icin vakit var, ne de keyif. ustelik mevsimsel de degil bu keyifsizlik hali, ne yapacagiz bilmem artik.

bu keyifsizlik hali gecene dek, ben yazmaktan cok diger arkadaslari okuyacagim sanirim.

13 Eylül 2007 Perşembe

nazende'yi bilir misiniz?

bir azeri turkusu hani, ama cok daha ote birsey bence.

oyle bir turkuki, sanki diyorum, bu turkuyu daha cok kisi bilse, dunyada hic kotuluk olmayacak. sanki bu turkuyu bilen biri bir daha asla kotu bir sey yapamayacak. tertemiz, arinmis olacak.

dunyanin haline bakip da, gazetede haberleri okudugumda nasil ki tum umutlarim sonuyorsa, bu turku de benim icin dunyada guzel seylerin de olduguna dair bir kanit. boyle bir turku varsa sayet, dunya kotu bir yer olamaz diyorum...

en cok sevdigim hali aslinda serkan cagri'nin yorumu, ama albumundeki yorumu. oyle guzel calmis ki nazende'yi, geceden sabaha yalnizca onu dinledigim olmustur. uzakta olan sevgiliyi dusunup de efkarlanmak icin birebirdir. o donem oyleydik, ben baska diyarlarda o baska...

youtube'da buldum serkan cagri'nin yorumlarini. ama albumdeki halini bildigim icin, canli performasini sindiremedim icime. o benim sevdigim haline ihanet edip de onu ekleyemedim buraya. bilgisayarimda kayitli olani da buraya nasil ekleyecebilecegimi bilemedim.

ama turku halini de buldum neyseki. o da cok cok guzel. daha farkli serkan cagri'nin yorumundan. ne de olsa serkan cagri arkasinda koca orkestra ile caliyor. turku hali ise, daha bir naif, daha bir nazenin.

firtina dizisinin goruntuleri uzerine eklemisler turkuyu. olsun, olsun da nasil olursa olsun...

bu arada, gunun kelimesi, nazende, narin, ince = tander

sevgiyle,

12 Eylül 2007 Çarşamba

gece=kveld, gunduz=dag

gunun kelimeleri gece-gunduz cunku gecem gunduzum birbirine girmis durumda. ders calisiyorum, tam yumurta kapiya dayandigi anda. ayin ucuncu haftasinda doktora panelim var. panele sunacagim raporlarin son teslim tarihi onumuzdeki pazartesi (17 Eylul). ama pazartesiye kadar vaktim var diyemem cunku pazartesi bir de konferans var, yani sunumuma da hazirlanmam gerek. su an ortada ne bir powerpoint var ne de yazi.

su an kendime cok kizginim. herseyimi hep en son ana biraktigim icin. hep boyleydim ben. bir sekilde programa sokamiyorum kendimi. vaktim genis oldugu zaman hep baska seylerle ugrasmayi seciyorum. ne zaman ki vakit daraliyor ve panik anlarim basliyor, basliyorum calismaya. bilmem, belki de boyle kabul etmeliyim kendimi. kabul etmesem ne olacak ki zaten. yillarca hep 'artik erkenden hazirlanacagim' sozleriyle kandirdim kendimi, durum yine ayni, hep ayni. neyle savasiyorum ki, boyleyim iste.

su paneli sagsalim bir atlatayim, danismanlarim beni baslarindan def etmeden bir kurtulayim, soz artik hep zamaninda hazirlanacagim. sunu bir atlatayim, soz...

10 Eylül 2007 Pazartesi

her gune bir norvecce kelime...

norvecce'ye basladik. 12 kisi toplanip degisik sesler cikiyoruz sinifta. Norvecce kulagim icin hala cok yabanci bir dil. sesli harfler tamam da, sessiz harfleri cikarmak cok zor. bir cogunun soylenisi alisik oldugumuz sekilde degil. sanki iki sesin birlesmesinden olusuyorlar. anlatamam yaziyla... hocamiz bu sesleri nasil cikarmamiz gerektigini anlatirken teker teker her harf icin, dilimizin agiz icinde alacagi sekli, dudaklarimizin alacagi sekli anlatiyor. biz de anladigimiz kadariyla tekrar ediyoruz.

kurs sabah saat 8'de basliyor (calisanlara yonelik oldugu icin boyle erken bir saat, kurs bitiminde herkes isine gidiyor, yas ortalamasi da 30 gibi gorunuyor).

yani sabah sabah koca koca insanlar bir araya gelip boyle garip garip sesler cikiyorduk bu sabah.

norvecce, kurallari geregi cok zor gibi gorunmuyor. kolay yanlari var. mesela fiil cekimi her sahis icin ayni, fransizca ya da turkce'de ki gibi degil. bunun boyle oldugunu ogrenmek benim icin buyuk bir rahatlamaydi. benim icin zor olani, telaffuzu. dedigim gibi, henuz kulak aliskanligi kazanmadigim icin, bir seyler soyluyorum ama nasil soyledigim hakkinda pek bir fikrim yok. cogu zaman yalnizca sesler cikariyormus gibi hissediyorum.

bir ders kitabim, bir alistirma kitabim ve bir de cd'm, ders calisiyorum. cok garip hissettim kendimi. sanki yine ortaokuldayim, kitaptan alistirmalari yapiyor, kitabin arkasindan kontrol ediyorum. o gunler canlandi yine gozumun onunde. okuldan eve gelir, odama kapanir, bir suru ingilizce odevimi yapardim. ders kitabi ve alistirma kitabi arasinda gidip gelerek. guzel bir duyguydu ama hissettigim. huzurlu bir duyguydu. neler dusunuyordum acaba o yillarda diye gecirdim icimden. belki uzun zaman oldu ama cok da unutmus degilim o cocugu, yasadiklarini, icinden gecenleri. tek derdimizin odevler ve sinavlar oldugu yillar. gerci tek dert asla bunlar degildir, cocuklar her zaman haberdardirlar etraflarinda olup bitenlerden. neyse, konuya donelim.

simdi bir suru odevim var yapmam gereken, persembe sabah 8'de yine toplanip eglenecegiz. ha, bunu soylemeyi unuttum degil mi? sinifta cok egleniyoruz. 2 ingiliz, 1 fransiz, 1 alman, 1 rus, 2 cinli, 1 filipinli, 1 sirp, 1 hollandali ve 2 turk'ten olusuyor sinif profilimiz.

bu arada, birlikte ogrenmemiz acisindan, buraya her gun bir norvecce kelime ve anlamini ekleyecegim. 1 ayin sonunda norvecce bilmeyenler de 30 norvecce kelime biliyor olacaklar.

ilk norvecce kelimemiz olmasi acisinda, bugunun kelimesi:

hoscakal = ha det

4 Eylül 2007 Salı

yabanci bir ulkede yabanci oldugunuzun hatirlatildigi anlar

yabanci bir ulkede yabanci oldugunuzun size hatirlatildigi durumlar vardir. geldigimizden beri bu burokrasileri bitiremedik. gelir gelmez polis kaydimizi yaptirdik. baska, bir de saglik kontrolu var. bunu da dun yaptirmayi planliyorduk ki dun acik olmasi gereken muayene odasi kapaliydi.

bu tur islemler benim sinirime dokunuyor. tamam yabanciyim ama zaten buraya gelmeden bir suru islemden gectim ben. vizemi aldim, yasama iznimi aldim... zaten bunlar verilene kadar sizin hakkinizda yeterince arastirma yapiliyor, hakkimdaki tum evraklar toplaniyor. buraya geldikten sonra hala ne istiyorlar anlamiyorum.

bir kere anlamadigim, neden buraya gelip de saglik kontrolunden gecmek zorundayim? nereden geliyorum ki ben? afrika'da tamam bilinen bulasici hastaliklar var, ama ben oradan gelmiyorum. ucuncu dunya vatandasi oldugumuz bu sekilde hatirlatilmaya calisiliyor sanki surekli.

peki ya saglik muayesinin yapildigi yer neresi? bir hastane, ya da bir medikal centre degil elbette. alakasiz bir yerde, oylesine bir oda. buyuk ihtimal icinde yalnizca bir x-ray cihazi var. kapali oldugu icin odanin icine giremedim. ama bildigim rontgenimizin cekilecegi.

sinirime gidiyor iste. sanki vebaliyim da ben, kendilerini benden korumaya calisiyorlar. ikinci sinif vatandasiz sanki.

size ikinci sinif vatandas oldugunuzun hatirlatildigi bir diger yer, havaalaninda ulkeye giris yapacaginiz yerdir. o ulkede ikamet ettiginiz goruluyordur, ama yine de gumruk memurlari 'gecici bir sure icin' orada oldugunuzu hatirlatmak isterler size.

bir defasinda, ingiltere'deyiz hala. ogrenciyiz ve Turkiye'den tatilden donuyoruz. Havaalanindayiz, giris yapiyoruz. Pakistan ya da Hint asilli bir kadin memur. Klasik sorular soruyor. Nerede ogrencisiniz, hangi alanda okuyorsunuz gibi... Bunlar tamam. Ama bizim cevaplarimizin sonunda yaptigi bir yorum vardi ki beni sinir etmeye yetti. Biz cevaplarimizi verdik, o da basiyla onayladi ve soyle dedi, "yani, egitiminizi tamamladiktan sonra ulkenize geri donuyorsunuz" (so, after you finish your studies you are returning back to your country).

Ben sasirdim, 'evet' diye cevapladim ama anlamadim, bu bir soru muydu, emir miydi yoksa sadece bir yorum muydu. Ama daha cok, benim buraya belli bir sure icin geldigimi hatirlatan, ve egitimim bittikten sonra bana ne yapmami soyleyen bir cumleydi.

Sinirlendim cunku egitimim bittikten sonra ne yapacagima ben karar veririm. bir ulkede kalmak icin belli kurallar oldugunu biliyoruz, ama bunlari yerine getirdikten sonra ister kalir ister kalmam, sana ne. bunlari soylemedim tabi memura, simdi bir bela almayayim basima diye. ama ona da sormak istedim, 'madem oyle, sen ya da senin ailen neden donmediniz ulkenize?'.

sanirim canimi asil sikan, ikinci sinif vatandas muamelesi gormek. kendimi kimseyle kiyaslamiyorum, hic derdim degil. ama kiyaslarsam biliyorum ki hic de altta kalacak meziyetlerde degilim. pek cok seye milliyetimden dolayi maruz kaliyor olmak canimi sIkIyor. bunun cozumu, vatandasliga basvurmak. ama onu da yapmayi dusunmuyorum. cunku bu yad ellerde kalici olmak istemiyorum.

31 Ağustos 2007 Cuma

benim kokularim...

Fulya'da kendimi mimlettim, zorla mi oldu anlamadim ama oldu iste... kokudan bahsetmis Fulya. Gerci onun bahsettikleri ona pek de guzel seyler hatirlatan kokular degil ama, koku deyince benim aklima guzelleri geliyor yalnizca. ilk olarak da parfumler...

- parfumumu degistirmem. cunku benim icin ozeldir koku. bir keresinde, esime surpriz yapmak istemis, evde olacagimi dusunmedigi bir anda evde olmak istemistim. ama yolda karsilastik. beni gormesin diye ben arkami dondum, vitrine bakar gibi yaptim. beni gormedi ve arkamdan gecip gitti. daha sonra ona bu durumu anlatinca, "anlamaliydim, kokunu duydum, muzi'nin parfumu diye icimden gecirdim" dedi. cok hosuma gitmisti.

- is yerindeyiz, hava birden sogumus. bir arkadas hazirliksiz gelmis. 'al atkimi tak' dedim. takti. 'bu ne guzel kokuyor' dedi. o sirada isiyle ugrasan baska bir arkadasim, 'muzi kokuyor' dedi. cok hosuma gitmisti ama cok belli etmedim. cok laubali olmayalim is ortaminda diye icimden gecirdim...

- gunes kremi kokusu. ama bu yenileri kokmuyor. eskiden olurdu. hele bir de olmadik bir yerde gelir burnuna, sanki o an her yer yaz olur.

- kokumu degistirmem dedim ya, ne oldugunu da soylemem soranlara. istemem ayni kokuyu kullanalim. o yuzden kuzenlerimden birini cildirtmistim. cok begeniyordu kokumu ve sorup duruyordu. ben de soylersem gidip kendine bir tane alacagini bildigim icin soylemiyordum. o almayacagina soz verdi, ben de bana gelince kullanabilecegine soz verdim. ama o sonra gitti aldi o parfumu. simdi guluyorum tabi :)

- degistirmem dedim ama aslinda degistiririm. bu bahsettigim kokuyu genelde kis aylarinda kullaniyorum. yazin ise daha hafif bir koku tercih ediyorum.

(aslinda parfum demem gereken yerde iki saattir koku diyorum, farkindayim, farkindayim, bu kizi yeniden buyutmeliyim kor alevlerde yurutmeliyim, farkindayim farkindayim)

- yukarida bahsettigim, yazin kullandigim parfumun hikayesi cok komik. Ingiltere'de ogrenciyim ve parfume verecek param yok. Ama bu parfumu de cok begeniyor ve istiyorum. Okula giderken her sabah, Boots'un onunden gecerken iceri giriyor, parfumun tester'ini uzerime sIkIyor ve cikip gidiyorum. bu boyle 1 ay devam etti. sonra o parfum bana dogum gunumde hediye edildi. (Boots calisanlari tarafindan degil, ozel biri tarafindan.)

- lavanta kokusu.

- feslegen kokusu. hic bir saksi feslegenine elimi degdirmeden gecmem. gecemem.

- bazi tenlerin de dogal guzel bir kokusu vardir. sansliyim :)

- limon cicegi kolonyasi. kimisi sevmez ama bayilirim. cok severim hem de cok. ananemi hatirlatir.

- hindistan cevizi yagi.

- son olarak da, taze kahve kokusu...

26 Ağustos 2007 Pazar

yagmur yagiyor sakir sakir sakir...


Neden her gokkusagi ciktiginda cocuk gibi sevinir ki insan? Tamam her gun cikmiyor bu gokkusagi. Ama bu kuzey ulkelerinde kirk yilda bir cikiyor da degil hani. Her gordugunde doga ustu bir olay gerceklesmis gibi davranmanin alemi yok. Alt tarafi isigin kirilmasi. Puff... Alt tarafiymis! Sen kir o isigi da gorelim o zaman! Seviniriz tabi gokkusagi gorunce. Renk katiyor hayata renk! Hem mecazi hem de gercek anlamda. Hani Ingilizlerin dedigi gibi, hayata 'literally' renk katiyor.

Bu da bu pazar gunu tam penceremin karsisinda cikan gokkusagi. Yagmur yagiyordu. Yagmaya devam ediyordu ki ayni anda hava acmaya, gunes gorunmeye basladi. Hah dedim, gokkusagi cikacak. Ne zamandir gokkusagi fotografi cekmek istiyordum. Aldim kamerami, pencerenin onunde beklemeye basladim. Fotograf dersinde hocamiz derdi, fotografi bekleyeceksin. En guzel isigin gelmesi, en dogru anin gelmesi icin bekleyeceksin. Bekledim. Onceleri cok silikti. O anlarini da cektim. Ama yukaridaki hali, renklerin doruga cikti zaman.

Cocuk gibi sevindim gokkusagi cikti diye. Pazar gunume renk katti.

22 Ağustos 2007 Çarşamba

geri donemeyenler...


Elif Safak’in bir yazisini okuyordum. Beyin gocunden bahsediyordu. Ama olaya, insanlarin Turkiye’yi terk etmeleri yonunden degil de, Turkiye’ye donememeleri acisindan yaklasiyordu. Benim de daha uygun buldugum bir bakis acisi.

Biz gelecegimizi yurt disinda aramaya karar verdigimizde, bunun en buyuk, hatta tek nedeni, bize Turkiye’de dayatilan kotu standartlardi. Bunlar yalnizca yasam standartlarinin zorlugu degil, is yerinde ugranilan haksizliklar, uretken olmak isterken sizi pasif olmaya iten insanlar falan.

Sanirim en bildik ornek, yuksek lisans calismasi yapmak icin Amerika ya da Avrupa’ya gitmek ve bir daha geri donmemek. Genelde hep, bir kac yil kalip geri donmek uzere gidiliyor, ama o bir kac yil hic bitmiyor.

Bitmiyor cunku belli basli seyler sizi cezbediyor. Turkiye’de tirnaklarizla kaziyarak geleceginiz yerler eger diplomali ve caliskansaniz onunuze hakkiniz olarak seriliyor. Kiymetiniz biliniyor. En onemlisi de bu galiba. Sizin kiymetinizi ve degerinizi bilen insanlarla calisiyorsunuz.

Bizim durumumuz biraz daha farkli. Biz egitimimizi tamamladiktan sonra (hatta benim ki hala devam ediyor) donduk Turkiye’ye. Denedik. Ve olmadi, tekrar ciktik yurt disina. Kimse bize donmedi diyemez o yuzden. Biz donduk. Ama olmadi. Hatta bu ikinci sefer giderken arkamizdan vatan hainleri diyenler bile oldu. Oysa ki vatan haini onlardi. Bu ulkeyi boyle bir yere cevirdikleri ve bu denli somurdukleri icin. Ama terbiyemizi bozmadik biz yine de. Terbiyeli cocuklardik ikimizde.

Simdi Elif Safak, deneyimlerinden dolayi olayin bu taraflarini gorebiliyor. Dolayisiyla Turkiye’ye donmeyenler icin ‘donmuyorlar’ degil de, ‘donemiyorlar’ diyor. Ve bunun sonucunda olusan o huzunlu insanlari anlatiyor:

“Amerika'da senelerdir mühendislik yapan ve hâlâ bugün Aldırma Gönül'ü çalarken ağlayan Duke Üniversitesi mezunu orta yaşlı bey; başörtüsünden dolayı Michigan'a giden ve orada kalan tıp öğrencisi; California'da İtalyan-Amerikalı bir genç kızla evlenerek oraya yerleşen ve bebeğine İstanbul ismini koyan delikanlı; Türkiye'de uzmanlık alanında imkân bulamadığı için Boston'da kalan eski-muhafazakar-şimdi-sadece-hüzünlü göçmen genç... Ve onların çocukları, bozuk aksanla Türkçe konuşan ya da hiç konuşamayan üçüncü kuşak; kopukluklar, anlatılmayan nice hikâye...”

Ne guzel anlatmis degil mi? Herkesin deneyimi birbirinden farlidir elbette. Ama benim de sahit oldugum ornekler cogunlukla bu yonde.

Bu arada, Elif Safak, benim Turkiye’de olmasini hayal ettigim bir de cozum oneriyor. Burada amac, yalnizca isteyen kisilerin Turkiye ile baglarini guclendirmek degil, Turkiye’nin de bu insanlardan faydalanmasini saglamak. Bu cozum ise, ornegin, yurtdisindaki Turk akademisyenlerinin Turkiye’de donemsel dersler verebilmesi, Turkiye ile projeler gelistirebilmeleri icin ortam hazirlanmasi vesaire. Keske, keske olabilse. Ama ilgili kurumlardan gelecek cevabi simdiden duyar gibiyim: “Odenek yok, imkan yok”.

dip not: Yaziya ilistirdigim kitap resmi, farkindayim baska bir yazara ait. Ama kitabin ismi, "Bekle Beni Gelmeyecegim" konuya cok uydugu icin dayanamadim onu koydum.

16 Ağustos 2007 Perşembe

Iste Trondheim...


Fotografta Nidelva Nehri uzerindeki koprudeyim. Ve bu da kopruden gorunen 180 derecelik manzara. Sol tarafta gorulen Nidaros Katedrali. Orta alan ve yukarilar ise yerlesim yerleri (fotografin uzerine tiklarsaniz daha buyuk boyutunu gorebilirsiniz)



Bu da ayni kopru uzerinde gorulen manzaradan detay bir goruntu. En ust tepede gorulen beyaz bina Kristiansten Kalesi. 1681 yilindaki buyuk yangindan sonra insa edilmis. 1718 yilinda da sehri Isvecliler'in isgalinden korumak icin kullanilmis. Sehrin tepe noktalarindan biri oldugu icin sehre, daglara ve nehre bakan mukemmel bir manzarasi var.



Yine nehir ve kopru uzerinden detay bir goruntu. Solda gorulen Nidaros Katedrali. Kral Olav Haraldsson 1030 yilinda savasirken oldugunde Nidelven'de nehir kenarinda gomulmus. Rivayete gore, katedralin altarinin insa edildigi zemin (altar Turkce'de ne olarak geciyor bilmiyorum) kralin gomulu oldugu yermis. Olumunden bir yil sonra kral Saint ilan edilmis ve boylelikle sehre bugun dahi dini ziyaretler yapiliyormus. Katedrale gelince, 1070 yilinda yapimina baslanmis ve 1300 yilinda tamamlanmis. Nehir kenarinda ise parkta oynayan ve guneslenen insanlar gorunuyor.



Ve Trondheim'da bir seyahat acentasinin caminda Turkiye afisi. Yansimadan dolayi pek net bir fotograf degil ama fotograftakiler klasik bir cay tepsisinin icinde cay bardaklari. Boyle bir yerde ve yazin ortasindayken Turkiye ile ilgili reklamin deniz-kum-gunesi on plana cikarmasini beklerdim. Ama belki de onlar bizim otantik yanimizla daha bir ilgililer. Deniz-kum-gunes her Akdeniz ulkesinde bulunabilir birsey. Ama otantiklik her ulkeye gore degisiyor. Ya da bilmiyorum, ben yine de sasirmistim insanlarin deniz ve gunes icin tatile ciktigi bir donemde neden boyle bir afis diye...

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Tasindik!

Haftasonu beklenen esyalarin gelisi pazartesiye ertelenince biz de pazartesi tasindik.

Neyseki hersey rast gitti. Biz bavullarimizla sabah eve geldik. Ev tertemiz ama benim yine de herseyin uzerinden kendim gecmem gerekiyordu ki gece daha rahat uyuyabileyim (obsessive compulsive dirsorder'sin sen diyor bana esim, ama ben kulaklarimi tikiyorum ve temizligimi yapiyorum. Geceleri de huzur icinde misil misil uyuyorum!).

Tam temizlik bitti, esyalar geldi. Isin en eglenceli kismi basladi. Aldigimiz her birseyi soooyle bir ortaya serdik. Monte etmeye basladik, yanildik, yeniden denedik, yorulduk, cay molasi verdik, sonra kaldigimiz yerden devam ettik ve en sonunda herseyi birlestirdik. Evi su an hatirlayamadigim kerelerce dekore ettik. Begenmedik bozduk. Baska sekilde dekore ettik, fotograf cektik, yeniden baska sekillerde dekore ettik. Sonra fotograflara da bakarak en guzel dekorasyonda karar kildik. Ve de en sonuncu halini sevdik!

Ama en guzeli, aksam yemegini kendi evimizde yiyebilmekti. Cok da uzun zaman olmadi, alt tarafi 13 gun, ama 13 gun sonra evde yemek yiyebilmek cok guzeldi. Yedigimiz seyin de en basitinden makarna olmasina ragmen...

Burada kalici miyiz henuz bilmiyoruz. Gelecek yillar ne gosterir belli degil. Ama bu sefer kararliyim. Bu sefer nereye gidersem gideyim arkamda hic bir esyami birakmayacagim. Cok degerli seyler olduklarindan degil, ama zamanla benim bir parcam haline geleceklerinden. Ben nereye, onlar da oraya. Hani Amerikan savas filmlerinde derler ya, "Leave no man behind". Ben de hic bir parcami geride birakmayacagim.

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Norvec Trondheim'dan ilk izlenimler...


Yaklasik 1 haftalik gozlemlerimden sonra artik sehir hakkindaki izlenimlerimi yazabilirim sanirim. Gozlem deyince hafife almayin ama lutfen, bir sosyolog gozuyle baktim etrafa.
Biz Trondheim'dayiz. Ulkenin 'tarihi baskenti' olarak geciyor Trondheim. Cunku sehir 997'de kurulmus ve burasi Norvec'in ilk baskentiymis. Yeni krallarin tac giyme seremonileri halen burada duzenleniyormus. Teknik universitenin ve arastirma kurumu Sintef'in sayesinde sehir teknolojik acidan oldukca gelismis. Bir de kosmopolit bir yer. Kosmopolit olmasinin nedeni universite elbette. Yabanci ogrencilerin fazlaligi sokaklarda dolasirken anlasiliyor.

Nidelva nehri sehre ayri bir guzellik katiyor. Sehrin duzenlemesi de cok hos. Bir kere rengarenk, cunku evler renk renk; kirmizi, sari, turuncu, mavi ve de cogunlukla keresteden yapilmislar. Kereste evler Trondheim ve Norvec'i diger Iskandinav ulkelerinden ayiran bir ozellik olarak kabul ediliyor. Hatta ulkenin kulturel mirasinin bir parcasi olarak goruluyor. Aslinda haklilar, cunku bu keresteden yapilmis evler, sehre ozgun bir karakter kazandirmis. Rengarenk goruntuleri ise bu soguk ulkeye cok sicak bir hava katiyor. Evlerin dis cepheleri surekli yenilendiginden de yepyeni gorunuyorlar.
Yukaridaki resimde gorulen ise eski balik ambarlari. Bugun ise cogu restoran ve cafe olarak isletiliyor.
Insanlara gelince... Dikkatimi ilk ceken, birbirlerine bakmalari oldu. Ingiltere'de insanlarla goz goze gelmessiniz pek. Ancak kapidan gecerken falan olur goz goze gelmeler (gozgoze gelince de kibarca gulumserler muhakkak). Burada ise insanlar Turkler gibi, birbirlerine bakiyorlar, suzuyorlar muhakkak. Siz farkli gorundugunuz icin degil bu bakislar, herkes herkese karsi oyle.
Herkesin neredeyse mukemmel Ingilizcesi var. Yani dillerini bilmemek hic sorun degil. Gerci havalimaninda, otobus duraklarinda Ingilizce enformasyon az, ama insanlara sorabiliyorsunuz en azindan. Bu cok buyuk bir arti. Ama ayni zamanda dezavantaj da olabilir, eger siz Norvecce ogrenmek isterseniz. Cunku insanlar burada Ingilizce konusmayi cok seviyorlar, ve anlatilanlara gore, siz Norvecce konusmak isteseniz de onlar seve seve Ingilizce konusuyorlar. Bir de sicakkanlilar. Sicakkanlilik Akdeniz insanlarinin tekelindeymis gibi gelir ya bize, yok oyle bir sey! Iklimlerle insanlarin yakinligi arasinda bir bag kurmaktan vazgecmeliyiz sanirim. Yanlis yonlendirebiliyor bu tur kaniksanmis ifadeler.

Ingilizce demisken, adim basi gazete bayii ve Ingiliz gazetelerinin (Guardian'dan tutun da Independent'a, Daily Telegraph, Daily Mirror'a kadar) pek cogunu bulabiliyorsunuz. Amerikan, Fransiz ve Ispanyol gazeteleri de var bolca, ama ben Ingiliz gazetelerini gorunce cok sevindigim icin onlari yazdim once. Hurriyet ise yok. Sanirim Oslo'da ki buyuk bayiilerde bulunabilir o. Gerci internetten okuyoruz artik gazeteleri ama insan bazen gazetenin kendisini eline almak, oyle okumak ister ya, o yuzden cok sevindim ben, ozellikle The Independent'i gazete standinda gorunce.
Gazetelerin yani sira unlu Ingiliz, Amerikan haber dergileri de yine ayni bayiilerde. Bu arada, Harry Potter The Deadly Hollows 199 norvec kronu!
Havanin nasil oldugundan daha once bahsetmistim. Agustos ayindayiz ve hava sicak. Ama sicak derken, gercekten sicak. Surekli hareket halindeyseniz bunaltabiliyor da. Biz gecen hafta nehir kenarinda bir yerde oturduk ogle yemegi icin, ve esimin yuzu yaklasik 1 saat icinde gunesten kizardi. Ancak ani hava degisikliklerine de sahit olduk. Yagmur beklenmedik bir anda baslayabiliyor ve hava sicakligi bir anda 5 derece gibi dusebiliyor. Kisin ise Gulf Stream sayesinde ulkenin ic bolgelerine nazaran daha yumusak bir kis yasaniyormus.
Bir de dikkatinizden kacmayacak sekilde temiz bir havasi var. Nefes alirken farkedebiliyorsunuz havanin daglardan geldigini ve temizligini. Dag demisken, Norvec oldukca daglik bir yer. Bizim bulundugumuz yer de ulkenin daglik yerleri arasinda.
Insanlar inanilmaz derecede sportif. Bisiklet cok onemli bir ulasim araci. Kisin dahi islerine bisikletle gidip geliyorlar. Kar lastigi kullaniyorlar elbette bisikletleri icin. Evleri ile is yerleri arasinin otobus ile 30 dakika olmasini 'cok uzak' diye nitelendiriyorlar. Toplu tasima araclarina binmeyip surekli yurudukleri ya da bisiklete bindikleri icin 30 dakika onlar icin fazla bir mesafe.
Daglik bir yer olmasi, engebeli ve dolayisiyla sehir icinde yokuslarin da olmasi anlamina geliyor. Bisikletler icin sorun oluyor mu derseniz, hayir. Bazi yokuslarin baslarinda, bisikletinizin tekerlegine baglayip sizi yukari cikaracak, aparat mi diyim ne diyecegimi bilemedigim bir seyler var. Bunlarin da fotograflarini ekleyecegim elbette ilerleyen gunlerde.
Norvec kanunlarinda calisan anne pek cok acidan korundugu icin, insanlar cok cocuklu. Hatta etraftaki cocuklarin fazlaligi her seferinde dikkatimi cekiyor. Bir de gunumuz haberlerinde anne-baba olma yasinin her yerde oldugu gibi Iskandinav ulkelerinde de yukseldiginden bahsedilir. Ancak benim gozlemledigim anne babalar genelde 30'undan once anne-baba olmusa benziyorlar. Dolayisiyla gazetelerde okudugum haberlere pek katilamayacagim ben.
Izlenimlerime daha sonra devam etmek uzere bu yaziyi burada noktalayacagim. Ama ondan once bir de kutuphane icinde yaptigim gozlemlerinden de bahsetmek istiyorum.
Su an sehrin halk kutuphanesindeyim. Halk kutuphanesi deyince insan eski ve bakimsiz bir yer dusunuyor. Ne bileyim en azindan bizim Milli Kutuphane vardir, icinde asla aradigim seyi bulamadigim. Neyse, buradaki halk kutuphanesinin sorunu yepyeni ya da sundugu olanaklar degil, bu kadar guzel olmasi.
Kutuphane 1902'de kurulmus. 1712 yilindan kalma belediye binasi da kutuphanenin bir parcasi olmus. 1988'de ise eski yapiya yeni ve modern bir bina eklenmis. Bugun kutuphane islemlerinin cogu bu yeni binada gerceklesiyor. Ayrica kutuphanenin eski binasinda da ortacag doneminden kalma kilisenin tarihi kalintilari sergileniyor. Kisacasi, yeni ve eski cok hos bir sekilde bir araya getirilmis.
Anlatmakla olacak gibi degil. Buranin da bir fotografini cekmem gerekecek zamani gelince.

6 Ağustos 2007 Pazartesi

bir onceki post'umda havanin kacta aydinlandigini henuz goremedim demistim ya... dun gece saat sabah 4'te uyandigimda hava aydinlikti :). superrrr

5 Ağustos 2007 Pazar

Hei!

Norvecteyiz.

Insanlarin en sIk sordugu soru: Hava nasil? Hava bir sicak bir soguk. 21 derece oldugunu da gorduk. Ama bir anda yagmur baslayip hava sicakligi 5 derece birden de dusebiliyor. Semsiyenin ve montunun surekli yaninda olmak zorunda oldugu bir yaz.

Bir de bu havaya yaz diyorlar, garip geliyor bana. Ben kendimi yaz bitmis gibi hissediyorum, ama agustosun basinda oldugumuz hatirlatilinca 'aaa evet' diyorum.

Hava saat 23'te karariyor. Gunun kacta aydinlandigini henuz goremedim.

Hala otelde kaliyoruz. Carsambadan beri evleri geziyoruz. Dun gezdigimiz bir evde karar kildik sonunda. Hafta icinde tasinmayi planliyoruz.

Tasinacagimiz ev tepe bir yerde. Tum sehir gozlerinin onunde, harika bir manzara. Ama benim sordugum ilk soru, kisin bu yol nasil cikiliyor? Ingiltere'de yokus olmamasina alismis, Turkiye'de de yollarin kardan tikanmasina takmisim tabi. Yokus ve kari birarada dusununce elimde degil, endiseleniyorum. Insanlar anliyorlar gozlerimdeki endiseyi. Kisin cok da kotu degil diyorlar. Onlar icin cok da ekstrem bir durum degil tabi kar yagmasi. Yaz kis bisiklete biniyor ya da yuruyor bu insanlar, anlattiklarina bakilirsa. Bense hala nasil nasil diye soruyorum. Onlarda endiselenme diyorlar. Ben yine nasil nasil diye soruyorum.

Geldigimizden beri cok yorulduk. Bu pazar gununu tembel geciriyoruz. TV'de Formula 1'i seyrettik. Simdi de komik birseyler var mi diye TV'yi karistiriyoruz.

Hele bir tasinalim, hemen haber verecegim.

har en hyggelig helg!

26 Temmuz 2007 Perşembe

yaz aksamlari..

istanbul'dan ayrilmaya 5 gun kaldi. durum her zamanki gibi. ne zaman bu sehirden gidecek olsam sehir gozume daha bir guzel gozukuyor.

aksamlari sahile inip deniz kenarinda cay iciyoruz. yaz aksamlarinin o rahatligi vardir ya hani... pufur pufurlugu.

elinde dondurmasi sahilde yuruyenler ya da cay bahcesinde cay icenler. sanki gunduzleri bu kadar rahat degiliz. sanki karanlik olunca daha az gorunur oluyor ve rahatliyoruz.

gec saatlere kadar caddelerin insanlarla dolu olmasini cok seviyorum. ben iceri girsem bile orada hala insanlarin oldugunu bilmek cok guzel. oyle olunca daha rahat uyuyabiliyorum. sanki daha bir guvenliymis gibi...

19 Temmuz 2007 Perşembe

Nasildir ki Norvec?

Iskandinav ulkelerine hep uzak tuttum kendimi. Ingiltere bile soguktu baslangicta. Hatta Iskocya'yi bile disladim soguk oldugu icin. Edinburgh benim kuzey sinirimdi. Ondan kuzeyi benim icin soguk ve yasanilacak yerler degildi. Highlands ise ne kadar guzel olursa olsun, gider 2 gun kalir donersin. Yasanmaz oralarda, donarsin.

Turistik olarak gezilecek yerler asil kita Avrupasi'ndaydi benim icin (Ingilizler kita Avrupa'si derler Avrupa'ya. Cunku onlara gore kendileri Avrupa'dir, digerleri ise kita Avrupasi). Benim kita Avrupasi'ndan kastim ise Orta ve Dogu Avrupa. Iskandinavlar dahil degiller yani benim bu kisitli Avrupa anlayisima.

Degiller cunku soguk yerler oralar, sevmem ben soguk yerleri, gidemem oraya. Yasadigin yer gunesli olacak, sicak olacak, Akdeniz olacak. Dedim ya, Ingiltere de soguktu baslangicta ama neyse ki iklimler degisiyordu da (neyse ki mi?!?) 30 dereceleri gormek olagan olmustu orada bile. Hatta Lancaster'da 36 dereceyi bile gordum ben, elimde kanitim da var (hava sicakligini gosteren dijital saatin Lancaster'daki odamda cekilmis fotografi).

Ama derler ya, ne zaman buyuk konussan basina gelir diye. Iskandinav ulkelerinden birine gitmekle kalmaz, hem de en kuzey yerlesim birimine gitmek zorunda kalirsin.

Norvec Trondheim'dan bahsediyorum.

Yol gozuktu bize. Kutba gidiyoruz.

Bu kadar soyleniyorum ama gorundugum kadar negatif degilim. Biliyorum ki insan icinde bulundugu her duruma alisiyor. Biliyorum ki uyum saglayacagiz ve hatta (insallah) sevecegiz oralari. Onemli olan nerede oldugun degil, nerede kiminle oldugun. Ogrendim ben bunu. O yuzden de bekliyoruz heyecanla, Norvec ile tanisacagimiz Agustos ayini. Hem belki Agustos olmasi da iyidir, yumusak bir gecis yapmis oluruz kutup soguklarina.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

dondum...



donmadim, dondum. o ve u'nun noktalari var.

40 gundur sadece denizin ve ormanin oldugu bir yerdeydim. birde ayciceklerinin... belki de siz onlara gunebakan diyorsunuzdur.

fotograftaki goruntu de 40 gun boyunca odamdan seyrettigim manzara.

40 gun boyunca hayatimdan pek cok sey eksikti. kargasa, karmasa, gurultu, telas, sikinti, stres, kosusturmaca, kizginlik vs.

unutmusum boylesine dingin olmayi. dingin. bunu anlatan en iyi kelime bu.

istanbul'a dondugumde geride biraktigim tum olumsuzluklarin eski yerlerinde durmakta olduklarini gordum.

ama ilgilenmedim. yok dedim, hemen kalkanlari indirmek yok. dingin geldim, bir kac gun daha dingin devam edecegim. ta ki bu sehir beni cileden cikartmayi basarana kadar.

hem oyle gorunuyor ki cok da vakti kalmadi. yoksa agostos'ta norvec'e mi gidiyorum?!

6 Haziran 2007 Çarşamba

bir suredir yazmiyorum.

bugunlerde,
yazmaktan cok
okuyorum,
izliyorum.

okuduklarimda guzel olunca,
ben ayrica yazma geregi duymuyorum.

bu yazdigim da siir degil
duz yazi.

ama duz yazmayinca,
siir sandi kendini

12 Mayıs 2007 Cumartesi

bugun.. abim, ilkokul ogretmenim, iskelede kahvalti, orhan pamuk

erken bir cumuartesi sabahi. kahvaltida iskele bufe'deydik. bir de sabahin o erken saatlerinde ilkolul ogretmenimi gordum. Yenikoy Ilkokulu benim ilkokulum. Ilkokul ogretmenim de simdi o civardaki bir kirtasiyeyi isletiyor. abimi ve esini bekliyordum kirtasiyenin onunde. henuz kapaliydi. ben hala beklerken geldi ogretmenim dukkanini acmaya. beni gordu, gulumsedi. konustuk, sohbet ettik. bir kac ay once oglunun bir trafik kazasinda vefat ettigini biliyordum ama bassagligi dileyemedim. ne bileyim, iyi ve mutlu gorunuyordu, acisini tazelemek istemedim. bilmiyormus gibi, havadan sudan bahsettik. ben neseli seylerden bahsetmeye calistim, o da gulumsedi. o gulumseyince ben de sevindim.

sonra geldi abimler. "Abimi hatirliyor musunuz" dedim. "Hatirliyorum ama abin ne kadar buyumus" dedi :). Abim benden iki sinif buyuktu. Ben okulda hastalandigimda, ogretmenim bir arkadasimi abimin sinifina yollar, onu cagirtir ve beni onunla eve yollardi. sadece iki yas buyuk ama abi iste, canim yaa.

Oradan iskele bufe'ye gidip kahvalti yaptik. denize baktik. gazete almamistik. abim orhan pamuk'tan kesitler okudu.

okudugu bolumde orhan pamuk henuz cocuk. annesi ve abisiyle birlikte anneannesini ziyarete gidiyorlar. annesi anneannesiyle konusurken, orhan da abisiyle 'alt mi ust mu' oynuyor. hani eskiden meshurlarin fotografli kartlari biriktirilirdi. her kartin bir numarasi olurdu, bunlarla oyun oynanirdi. orhan da abisiyle bunu oynuyor. ama orhan hep kaybediyor, abisi hep kazaniyor. orhan'in kartlarini abisi kazaniyor. abisi "aglamak yok" diyor. orhan agladi aglayacak ama tutuyor kendini. "Yutkunamiyorum" diyor. o cocukluk ruhunun icinde onun icin o an en buyuk aci bu, kartlarini abisine kaybetmek. "Su an baska bir yerde baska bir zamanda olsaydim" diyor. acisi bu denli buyuk. annesinin derdi bambaska, o da kederli kederli otobusun camindan disari bakiyor, orhan da.

ben de kucukken bir keresinde abimin tufegini bozmustum. abim hem cok kizmis hem de cok uzulmustu. ben de uzulmustum, cunku isteyerek bozmamistim.

8 Mayıs 2007 Salı

5 film birden

Hafta sonu yaptigim genelde film izlemekti. Toplam 5 film. Bir gunde 3 sinema filmini ardarda izleyen biri olarak oyle cok da buyuk bir rakam degil bu. Ama fena da degil iste.

Yillar sonra ilk defa sinemaya yalniz gittim. Universitedeyken cok severdim sinemaya yalniz gitmeyi. Bir de bos sinema salonlarini daha cok sevdigimden, gunduz vaktinde giderdim. Yine oyle yaptim ama hafta sonu oldugu icin kalabalikti. Soyle hafif, cok derin dusundurmeyecek, eglendirici bir kadin filmi olsun istedim, elimde kahvem Because I Said So'ya girdim. Ben Diane Keaton'li her filmi severim, Annie Hall'dan Somethings Gotta Give'e kadar hepsini sevdim. Bu filmi de sevdim. Film anne-kiz iliskisi uzerine kurulu. Bu yuzden anneler gunu oncesinde anneyle seyredilecek guzel bir film de olabilir. Gerci filmden ciktiktan sonra aklinizda film ile ilgili hic bir sahne kalmiyor. Ama ben de oyle olsun istemistim. Hafif ve eglenceli olsun yeter. Bir de filmde oyle biri var ki... Esas oglanimiz Gabriel Macht. Acaip fiyakali bakiyor ve de fiyakali gulumsuyor (bkz. yukaridaki fotograf).

Bir diger film ise Premonition (Siradisi). Filme oyle cok bayilmadim ama sanirim filmin fikrini sevdim. Sandra Bullock film sonunda olacaklari degistiremedi, kadere karsi koyamadi, ama en azindan kocasini kaybetmeden once onunla olan iliskisini duzeltti, ona onu sevdigini soyleyebildi. Hayatta onemli olan da bu degil midir? Kimseyle kus kalmamali derler. Soylenmesi gereken seyleri ertelememeli, sonraya birakmamali. Hayatta ne zaman ne olacagi belli olmaz...

Ucuncu film, DVD'de Kiss Kiss Bang Bang. Guldugum sahneler oldu ama o kadar. Su an dusundugumde film hakkinda pek bir sey hatirlamiyorum. Pek bir etki birakamamis. Bir diger film ise TV'de Bandidas. Penelope Cruz ve Selma Hayek acemi kovboy rollerinde acaip eglendiriyorlar. Hos vakit gecirmek icin birebir. Sonuncu filmi ise hatirlamiyorum. :) Tek hatirladigim Patrick Swayze vardi, Rusya'daydi, kizini ariyordu, askerler vardi ve de film 3 saatti. Ama filmin adi neydi hatirlamiyorum. Ya da hatirlamak bile istemiyorum. O kadar kotuydu yani...

26 Nisan 2007 Perşembe

zor olan yalin olmak...

Kendinize bile itiraf edemediginiz zevkleriniz vardir ya hani. Ne bileyim, gorunum ve kisiliginize gore belli zevklere sahip olmaniz ve olmamaniz beklenir. Hani mesela diyelim, cok avrupai, cok alafranga gorunumlusunuzdur de en damar sarkiniz bir Orhan Gencebay sarkisidir da ofsayta dusersiniz durduk yere. Mesela biz lisedeyken Turkce sarki dinlemek "kiroluk" sayilirdi. Hepimiz, herkes yabanci muzik dinlerdik, Turkce dinleyenlere de tepeden bakilirdi (oluyor boyle seyler o yaslarda).

Iste benim bugunlerde ki derdim de Yalin. Gecenlerde Beyaz Show'u seyrediyordum. 'Cumhuriyet' diye bir sarkisi var. Sozler oyle eglenceli ki. Ama asil sasirdigim, ve de anlamadigim, nasil olmus da bu cocuk gorunumlu sarkici, kafamdaki en yalin haldeki cumlelerimi bu denli guzel bir sekilde toparlayip yine bana geri vermis. Yahu sevmek istemiyorum ben bu cocugu ama pat diye oyle bir guzel basliyor ki: "Kalbimin orta yerinde bu nasil bi cumhuriyet, senin ki nasil bi hakimiyet ben anlamadim, sustum sustum sonunda dayanamadim".

Sanirim asil sevdigim yalinligi. Ben metin yazariyken, patronumla sorunum hep yalin dilimdi. Halkla iliskilerde daha suslu puslu, boyali ve bos cumleler ister insanlar. Bense sade dilden yanayimdir. "Derdin neyse soyle iste uzatmadan" derim lafi uzatanlara, bana da densin istemem, o yuzden de fazla uzatmadan, bos laflarla susleyip puslemeden yazarim. Fakultedeyken de bize ilk ogretilen, zor olanin basit yazmak olduguydu. Oyle ogretilmis, oyle yaziyorum. Zaten halkla iliskilerdir akademiye geri donmeme sebep. Oze donelim dedim. Bu boyalar sicak havada akiyor velhasil.

Yalin'in da iste bu yalin halini sevdim. Kisacik cumleler anlatmis herseyi. Bu uc cumle, geriye soylenmesi gereken hicbir sey birakmamis. Ben de simdi acaip eglenerek bagira bagira soyluyorum: "Kalbimin orta yerinde bu nasil bi cumhuriyet, senin ki nasil bi hakimiyet ben anlamadim, sustum sustum sonunda dayanamadim".

bakin sarki burada...

20 Nisan 2007 Cuma

iki gonullu...



iki gonulluyum ben artik. iki gonlum var, ikisi de ayri yerlere ait, ayri yerleri istiyor. yaklasik 9 ay once bir gonlumu alip dondum istanbul'a. diger gonlum ingiltere'de kaldi. burada bir gonlum mutlu, digeri huzunlu. oradayken de digeri mutlu, biri ise hasret cekiyordu, hep aglamakliydi.

cok ilginc, takip ettigim tum bloglarin sahipleri Turkler ve yabanci ulkelerde yasiyorlar. uzak yerlerden bu sekilde el uzatiyorlar. Turkce yazmak bile ozlem gidermeye yariyor bazen. ben blogun ismini Ingilizce koydum, o an onumde Foucault'un The Order of Things'i vardi, ben de 'my words on things' dedim. Ama parmaklarimin arasindan Turkce cikiyor ne zamandir. Turkce guzelmis, ben bunu Ingitere'de ogrendim. ben bu denli Turkce sarki dinlemeye de yurtdisinda basladim. O muzigi, o ritmi duymam gerekiyordu. her Turk sarkisinda sakli olan, en huzunlu sozlerin bile ardinda gum gum taka tak diye calan darbukayi duymam gerekiyordu. Ben ilk ve tek oryantal dersimi de yurtdisinda aldim. Allah'im nasil zevkli bir seydi, o muziklerle Ingilizler'in icinde dans etmek, bu benim kulturum diye caka satmak. Vallahi ben yurtdisinda oldum bu denli oryantal bir kiz. Ben icimdeki Turk'u yurtdisinda kesfettim.

iste kesfettigim bu Turk oradayken Istanbul da Istanbul diye zirlayip duruyordu. bilgisayarimin duvar kagidi hep Istanbul'du. gelen gecen arkadaslarim gorsun de agizlari acik kalsin diye. goren de bakakaliyordu zaten. Internetten Turkce radyo dinliyordum, anne sarkilari caldiginda ise aglamaya basliyordum. Hele Candan Ercetin'in var bir tane, o sarki benim goz pinarlarimi kuruttu goz pinarlarimi...

Ama oradayken icimden baska biri de cikti. Sigamiyor o simdi buralara. Bagimsiz, alabildigine ozgur. Oyle ki vapurda otururken uzerinde hissettigi gozleri bile kisisel alanina saldiri olarak algiliyor, sinirleniyor. Korkuyorum bir gun kavga cikaracak. Acaip tepkisel. Bu boyle olmaz, su soyle olmaz diye diye tafra kesiyor haspam! Istanbul da Istanbul diye zirlayan bu gonul, simdi Istanbul'a etmedigi lafi birakmiyor. Trafigine, kaba saba insanina, pahaliligina her gun soylenip duruyor.

ben Istanbul'u yurtdisinda sevdim. Uzaktan daha bir guzel Istanbul. Icine girince ise cok fazla... boguyor, uzerine uzerine geliyor. hani bir sarkida diyor ya, seni uzaktan sevmek, asklarin en guzeli. yok, ben eminim, o sarki Istanbul icin yazildi.

Ama ne zaman ki Emek cafede, ya da iskelede karsimda bogaz kahvemi iciyorum, yok be diyorum, hic de fena degil. Hatta yok boylesi.. :)

Herhalde bundan sonrasi artik boyle. bir yerlerde ama hep iki gonul ile...

17 Nisan 2007 Salı

Mazi kalbimde bir yaradir

alttaki basligi attiktan sonra, ona ilham olan bu tangodan soz etmemek gunah sayilirdi herhalde! Incesaz'in yorumlari genelde guzel, ama kanimca bu tangonun biraz daha dusuk tempo ile ve vurucu bir erkek sesiyle soylenmesi daha iyi olurdu... Ama bu hali bile insanin icine bir duruluk, guzellik getiriyor.

Nasil sozdur onlar oyle... "mazi kalbimde bir yaradir, bahtim saclarimdan karadir..."

Incesaz ve Mazi Kalbimde bir Yaradir. Buyurun buradan yakin.

16 Nisan 2007 Pazartesi

Hisar kalbimde bir yaradir...


Yillardir kosa kosa gittigim, Deniz Cay Bahcesi’nde karisik menemenimi ekmege bana bana denize nazir yedigim Rumelihisari, artik icimde bir yaradir. Iletisim Fakultesi’nde ilk ozel haberim icin hic dusunmeden kosmus Rumelihisari’na gitmistim. Hurriyet’te de sayfanin 4/3’unu kaplayacak sekilde yayinlanmisti (haber icin tiklayin). Haber basligimsa “Rumeli Hisari’nda hayat baskadir” idi. Gercekten oyleydi, ve hala oyle, ama benim icin degil.

5 yil oldu Rumelihisari’ni terk edeli. Biz eski Deniz Cay Bahcesi’nin mudavimleriydik. Pazar sabahlari da oradaydik, dersleri astigimiz capkin Bahar gunlerinde de. O zamanlar bu denli kalabalik degildi. Kendine ozgu bir kitlesi vardi Hisar’in. Ama ne zamanki Rumelihisari’ni otopark mafyasi ele gecirdi, ne zamanki onlar Rumelihisarimizi bizim elimizden aldi, cektik elimizi ayagimizi oradan. Otoparka verecegimiz 5 milyon bize koymazdi, ama sirf Istanbul’u ele geciren bu sonradan cikma eskiyalara bir katkimiz olmasin diye gitmiyoruz artik Rumelihisari'na. Ha tabi oradaki cay bahcelerine de tavrim, bizi o mafyaya sattiklari icin…

Eski gunleri ozluyorum, ama zaten artik Hisar da eski Hisar degil. Baska tatlar bulduk... birileri cikip oralari da cirkinlestirene kadar oralardayiz..

PS: Dun ogrendim ki sevgilim benden habersiz gitmis Rumelihisari'nda menemen yemis. Kimbilir belki de bu tetiklemistir Hisar'a karsi sitem dolu bu yazimi.

PS2: Ama hic gucenmedim sevgilime benden habersiz Hisar'a gitti diye, cunku neyseki erkek erkege yemisler menemeni. Men e men ya... :p