23 Ekim 2012 Salı

Akşamın Yansıları

Toplarız yansılarımızı sulardan
Akşamlar kilitlerken suları karanlığa

Akşamlar karanlığa kilitleyince suları
Susup kaldıysak bile inanmadık yalnızlığa

Umutsuzluk bile iyidir
Ardından sen gelirsin, umut gelir

Ellerin sessizce uzanır bana
Ovada tomurcuklar patlarken birer birer

Her dokunuşun beni değiştirir
Akşam pembeliğini yayar sulara

Ben seni hep umuda benzetirim
Ben seni benzetemem yalnızlığa...
 
Afşar Timuçin

22 Ağustos 2012 Çarşamba

"bir tren geçip giderken beni düşün..."



Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me

Come closer don't be shy
Stand beneath a rainy sky
The moon is over the rise
Think of me as a train goes by

Clear the thistles and brambles
Whistle 'Didn't He Ramble'
Now there's a bubble of me
And it's floating in thee

Stand in the shade of me
Things are now made of me
The weather vane will say...
It smells like rain today

God took the stars and he tossed 'em
Can't tell the birds from the blossoms
You'll never be free of me
He'll make a tree from me

Don't say good bye to me
Describe the sky to me
And if the sky falls, mark my words
We'll catch mocking birds

Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me

28 Haziran 2012 Perşembe

"yangın var"

bu bir aşk filmi değil. ama ben hiç bir aşk filminden böyle etkilenmedim.

gurbet ellerde karadeniz tellerim titredi. 



videoda çalan türkü gürcüce. gelin getirilirken söyleniyor. insanın içine işleyen sözleri ise şöyle:

dokuz dağı yayan yürüdüm seni bulmak için
testimdeki suyu damla damla çoğalttım
gece ayışığında dolunayın masallarını anlattım sana
sabah günün şarkısını söylerim uzun şiirlerle

gelino gelino usul usul gel
gelino gelino yüksektir kapının eşiği
gelino kayınvaliden annendir
gelino kayınpederin babandır bu evde

bize toprak yeter üzerinde yatmak için
gökyüzünü üstümüze yorgan gibi örteriz
rüzgar bize yavaş yavaş ninni söyler
yıldızlar mumlar gibi aydınlatır teşekkür edercesine
 gelino gelino usul usul gel......

13 Haziran 2012 Çarşamba

bir yara kabuğundan ayrılır gibi...

bazı hatıraları, gittiğim her yere götürdüğüm küçük teneke bir kutuda saklıyorum. bazen kutuyu uzun süre açmadığım olsa da, hep yanımda taşıyorum.

ve zaman içinde bazen, hep yanımda olmasını istediğim o hatıralardan biriyle gönül bağımın koptuğunu hissediyorum. o zaman teneke kutumdan çıkarıyorum o anıya ait eşyayı.

o kopma nasıl ve ne kadar süre içinde oluyor bilmiyorum; bir yara kabuğundan ayrılır gibi gönlümden düşüyor bir anı.

blogum için de şu günlerde benzer şeyler hissediyorum.

nasıl ki bağını kopardığını yanında taşımak yük oluyor, bu blogun taşıdığı her şey de sanki bir yük veriyor artık bana.

taşınmaya meylediyorum... ama bloga kıyamıyorum.

o yüzden, bir süre ayrı kalalım dedim bloga. özlersek kavuşuruz.

19 Nisan 2012 Perşembe

leyla sensin, sevdiğin hayal değil çocuk

Akintiya Karsi by Ezginin Günlüğü on Grooveshark

uzun bir yol vardı,
nehir boyunca derin yamaçlardan dağlara doğru
bir çocuk bulutlara çıkardı gördüğü düşün kanadıyla
saçlarında bir yaz yağmuruydu ellerinde nergis kokusu

dünya inan ki bildiğin gibi değil çocuk
bir dümensiz sandal, belki oyuncak bir kayık
leyla sensin, sevdiğin hayal değil çocuk
eski bir sevdadır akıntıya karşı yolculuk

geceydi ay vardı,
bütün hayatımız uzak bir yıldızdan düşmüş gibiydi
dilimde bir gençlik şarksıyla aradım eski hayalleri
vakitsiz geçip giden trenlerde sevgili arkadaş yüzleri

dünya inan ki bildiğin gibi değil çocuk
bir dümensiz sandal, belki oyuncak bir kayık
leyla sensin, sevdiğin hayal değil çocuk
eski bir sevdadır akıntıya karşı yolculuk

30 Mart 2012 Cuma

her şeyin bir anlamı var

"Konuşuyoruz seninle. Yavaş yavaş iyileştiğini hissediyorum. Öfken azalıyor. Artık Tanrı’ya kızmıyor gibisin. Ve artık şükür ki, yaralarından ibaret değilsin. Hayatın çiçek tozları gibi oradan oraya neşe içinde uçuşuyor. Varoluşuna sinen ıstırap sanki daha derinlere, kımıldadığında hissetmeyeceğin bir yerlere iniyor. Onunla da başın hoş olsun, çünkü bir anlamı var"

kemal sayar, her şeyin bir anlamı var

8 Mart 2012 Perşembe

bir gün sabah sabah

...

Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım...

turgut uyar

1 Mart 2012 Perşembe

Yol Türküsü

Sevince by Erkin Koray on Grooveshark


Yol Türküsü

Çiz beyaz haritalara mor kalemle
Hiç görülmedik yepyeni kentleri
Hep oralara götür beni
Seninle olunca sıkılmam giderim

Çocuk yüreğinle sen kurarsın
Köprüleri alanları kuleleri
Panayırları ve çocuk bahçelerini
Çiz haritaların en güzel yerine
En güzel günleri ve geceleri
Seninle olunca çekinmem giderim

O kentlere yolcu diye çiz beni
Biletim pardesüm şemsiyem şapkam
Yüreğimde sevincim kafamda düşüncem
Nasıl da çok karıştık birbirimize
Bu el hangimizin eli
Bu saçlar hangimizin
Senin gittiğin her yere giderim


- Afşar Timuçin'den bir şiir. bu havalarda başka yerler, mevsimler hayal etmek için birebir... şarkıyı da çok seviyorum.

- gecem gündüzüm yine birbirine girmişti. sabahın köründe giriyordum yatağa. gün ortası uyanıyordum. şimdi biraz daha iyiyim. mesela gün aydınlanmadan yatabiliyorum:). bu sefer de hemen uyuyamıyorum. öyle olunca yatakta radyo dinliyorum.

- ne zevkli şey radyo dinlemek..

- bu aralar gözümü kapadığımda hep aynı şeyi hayal ediyorum. uçsuz bucaksız yemyeşil kırlar üzerinde bir yaz elbisesiyle ben.. belli ki kıştan bunalmışım.

- Bugün 1 Mart. havalar hissettirmese de resmi olarak ilk bahar ayına girdik. cemrelerin ilk ikisi de düştü zaten. başlı başına sevinme sebebi... 1 Mart'ımız, ve bahar müjdecisi cemrelerimiz kutlu olsun :)

29 Ocak 2012 Pazar

"rüzgar, dolaş onun etrafında dön gel bana...."

sevdiğim insanların kötü bir şey yapmalarından korkar gibi, sevdiğim şarkıcıların kötü işler yapmasından da korkarım. çünkü yollar bi ayrıldı mı birleşmesi zordur...

işte öyle dinledim albümü, dinlerken şarkı sözlerini okudum. bazılarını tekrar okudum. şiir okur gibi.

"rüzgar okşa onun saçlarını benim yerime fısılda kulağına sevdiğimi
rüzgar dolaş onun etrafında dön gel bana getir bıraktığım nefesi.
tut kollarımdan kırık dallarımdan al sürükle götür beni yarına..."



göksel'i sevmenin bir hikayesi var aslında. onunla bir kader ortaklığımız olduğunu düşünürüm. hayatımızda benzer şeyleri eşzamanlı yaşamış olduğumuzu medyadan bilirim. o yüzden hislerimin tercümanı olma görevini üstlenir benim için. onu dinlerken, "evet arkadaşım çok haklısın bu dediğinde, aynen öyleyim işte" derim. onun da "merak etme canım, ben anlattım derdimizi" dediğini duyarım.

"yine böyle bir akşamdı
sen gülüyordun ya gözlerimin içine
fesleğenler boy vermişti
gökten parlak bir yıldız düştü peşime"

19 Ocak 2012 Perşembe

"bu kadarı yetiyordu bize ... çok da mutluyduk''

zamanında bir bilirkişi, sevme şeklimizin karşımızdakine değil, kişinin kendi karakterine bağlı olduğunu söylemişti bana. mesela herkesin sevmeyi bilmediğini... birini çok seviyorsak, bu sadece o çok güzel ya da sevilesi olduğu için değildir, sevmeyi becerebildiğimiz içindir demişti. herkes kendi yüreğince sever demişti.

aşk içinde benliği eritebilmek, benlikten geçip sevgiliyle "bir" olabilmek... bunlar sevmeyi bilmeyen yüreğin yapabileceği şeyler değil. karşısındaki ne kadar güzel olursa olsun...

sevgili blog, imreneceğim bir şey varsa şu dünyada, o da birbirini bulmuş böylesi iki yürektir.

aldığım hayat derslerine rağmen zerre kıskanmıyorum parayla satın alınan bir şeyi. ama şu aşağıda kelimelere dökülmüş, sevgiyle örülmüş hayatı okudukça burnumun direği sızlıyor. sevmek böyle olmuyorsa varsın eksik kalsın diyorum...

ve birbirinden 5 yıl önce bugün koparılmış iki yüreği düşündükçe, şairin dediği gibi, "insan olan yerlerim çok ağrıyor".





''...rakel'i ilkin 9 yaşında tanımıştım. ta o yaşta kanım fena ısınmış olmalı ki daha sonra o nereye gittiyse ben de bir yolunu bulup peşinden gittim.
...başlangıçta uzunca yıllar rakel'in böyle bir sevdadan hiç haberi olmadı... tam manasıyla platonik bir sevdaydı benimkisi. kendi kendime yaşardım duygularımı...''

(hrant dink)


''...mamam gedikpaşa'da otururdu ama ben yuvada yatmayı yeğlerdim, çünkü rakel oradaydı ve ben rakel'e yakın yaşamak için elimden gelen her şeyi yapıyordum.''

(hrant dink)


''...bir pazar günü balat'taki kilisedeyiz. çutak oraya birkaç arkadaşıyla geldi. ilk kez elini uzattı bana ve merhabalaştık. o anda kızardığımı hissettim ilk kez. ben 13 yaşımdaydım, o da 18. aslında farkındaydım durumun, arada bir laf sokuşturuyorum; ''ne işin var burada? niye habire arkamıza takılıyorsun?'' diye. çok kızıyormuş ben böyle dedikçe. cilve desek daha doğru olur benim yaptıklarıma, çünkü hoşlanıyordum da onu kızdırmaktan. bir yandan da etrafta fısıltılar dolaşmaya başlamış. bunlara da çok kızıyor hem de utanıyorum, çünkü herkes bana aşık olduğunu biliyor ve konuşuyor. hem sevinirsin, gururlanırsın ya böyle bir durumda, hepsinin içinde sevdiği sensin diye... hem de kızarsın tabii, çünkü daha çocuksun ve adın çıkıyor bu yüzden. biraz bilerek, biraz bilmeyerek çok uğraştırmışım onu. bazen bir iki kadeh içermiş, alırmış sazı eline. benim vesikalık bir fotoğrafımı bulmuş bir yerden. onu büyütmüş. koyarmış karşısına, başlarmış saz çalıp söylemeye...''

(rakel dink)


''...nihayet ilkokul bitti ve ben bademcik ameliyatı oldum. ...çutak beni görmek isterse sakın yanıma bırakmayın diye herkesi tembihledim. düşünebiliyor musun, soracaklar, kim bu diye. olacak şey değil. ama oldu işte. herkesi aşıp geldi beni görmeye...''

(rakel dink)


''...çocukları (yetimhanedeki...) pikniğe götürmüştük kınalıada'ya. bahar aylarıydı. nisandı herhalde. adanın tepelerine tırmanıyorduk. orada yüksek yamaçlar vardı. alışkınız hepimiz, zaten köyden gelmeyiz. önde çocuklar, arkalarında ben, tırmanıyoruz. tırmanırken bir yandan da etraftaki çalılara tutunarak ilerliyoruz. birden yamacın tam ortasında tutunduğum çalı elimde kaldı. bir bakmış, düşüyorum. kavramış belimden. sonra elimden de tuttu, birlikte tırmandık yukarı artık... benim ''evet,'' dememe sebep olan asıl olay budur işte. evlenme teklif ettiği andan daha önemlidir benim için... ona, sakın kimseye anlatma bunu, hayatımı kurtarmış olduğunu söyleme kimseye diye sıkı sıkı tembih de etmiştim. ondan sonra tam kabul ettim onu artık...''

(rakel dink)


''- olmaz babam, olmaz. biz kendi köylümüz dışında kimseye kız vermeyiz. hem bu çocuğun anası babası ayrılmış. kim bu çocuk, neyin nesi? ya o da bir gün kızımdan ayrılırsa. biz böyle şey bilmeyiz.

- ben soruşturdum, kızın da oğlanı seviyormuş... gel ısrar etme, sen de evet de, bu işi tatlıya bağlayalım, iki çocuğumuza yuva kuralım.

- ne demek sevmek babam, ne demek? bizim adetimizde böyle şey yok.''


''...babam çutak'la evlenmemi istemedi.

...bizim köyün dışarıya kız vermesi olmuş şey değildi. ben ilk oldum.

...sonunda şınorhk srpazan araya girdi. senin kızını ben kendi oğluma istiyorum, deyince babam da razı geldi. babam şınorhk patriği çok sever ve sayardı çünkü. o da babamı...''

(rakel dink)


''...hrant, rakel'e aşık olmuştu ve gözü hiçbir şey görmüyordu.''

(hosrof orhan dink)


''...kurtuluş'un son durağına giderken, sağ tarafta bir hristiyan mezarlığı vardır. mezarlığın yanından bozuk bir yol inerdi aşağı. üstelik mezar taşları vardı o yolda, ermenice yazılı. onların üstünden atlayarak evin bahçe kapısına gelinirdi. eski usul, iki katlı bir evdi. ama yıkık döküktü tabii. biraz köy evi gibiydi. bahçesinde kuyusu da vardı. işte hrant'la rakel evlendikten sonra da yıllarca orada oturup o ilkel koşullarda yaşamlarını sürdürdüler. biz de giderdik oraya; ev içinde olsun, bahçede olsun, yemekler yerdik birlikte.''

(hagop minasyan. hrant dink'in arkadaşı...)


''...küçücük bir kızdı rakel. incecik, dal gibi. çok terbiyeli... hrant'a, ''çutak,'' der, başka şey demezdi. gözlerinden okurdun sevgisini.''

(mari 'mayrig' tomasyan. hrant dink'in arkadaşının annesi...)


''...evlendiklerinde hrant'ın sakalı ya var ya yoktu, rakel dersen zaten tam bir çocuktu... eşek uçtu desen, inanabilecek kadar saf ve temizdi. hala da öyledir rakel. iyi ki öyle, yoksa kaldıramazdı yaşadıklarını...''

('tomo' yetvart tomasyan. hrant dink'in arkadaşı...)


''...sonunda ancak 23 nisan 1977'de kilisede evlenebildik. çok küçüktük ikimiz de. hatta arkadaşları, çocuk bayramı'nda çocukları evlendirdik, demişlerdi o gün.
...ahparigler evlendirdiler bizi. kına gecesi yaptılar, kına yakıldı. biri beni hamama götürdü. öbürü bize gecelik, pijama aldı. bir arkadaşımızın gelinliğini bana uyarladılar. duvak da taktılar. damatlık da giydirdiler.''

(rakel dink)


''...yatmadan yatmaya girerdik eve. gerisi ekmek kavgası...
...çalıştığım fotoğrafhanede yervant'ı (yervant levent dink) yanıma aldım. ikimiz de çok çalışkandık, usta pek uğramaz olmuştu artık. o sıralar duvar kağıdı modası vardı. biz de yervant'la duvarlara eski istanbul gravürleri yapmaya başladık. gravürlerin fotoğrafını çekiyoruz. sonra bunları duvar ölçüsüne göre büyütüyoruz. duvar kağıdı haline getiriyoruz. çok da güzel yapıyoruz da nasıl satacağız? bir arkadaşından borç buldu hrant ve gittik, bir agrandizör satın aldık. bu arada abim, rakel'e olan aşkında nihayet mesafe alabilmiş, rakel'in babası ikna edilmiş, nişan takılmıştı. hrant fırsatını yakaladığı anda evlenecek, kafaya koymuş. bu ''serbest girişimcilik'' ruhu da rakel'e sevdasından ya, o da başka... gittik, tahtadan bir banyo tezgahı yaptık, bu işe rakel de katıldı. rakel, hrant, yervant, ben... sonra işe koyulduk. pazarlamacı hrant'tı. o gidip iş alıyordu, geliyordu, akşamları bahçede çalışıyorduk. karanlık odamız olmadığı için gece havanın kararmasını bekliyorduk. fotoğrafı büyütmek için ışığı duvara veriyorduk, basıyorduk kağıda. sonra da bunları banyo ediyorduk. harıl harıl çalışıyorduk.''

(hosrof orhan dink)


''...bir görsen nasıl çalışıyorlardı, nasıl çalışıyorduk! duvarlara badana yaptılar, duvar kağıdı yapıştırdılar. bir ara çutak işportacı olarak saat sattı. her iş gelirdi elinden. ben dekoratif çiçek yapma kursuna gittim. yapma çiçek hazırlardık evin içinde. düğün şekerleri hazırlardım sipariş üzerine, gelin başları yapardım.
...üç kardeş hep fikir birliği yaptılar. mesela fotğrafçılık fikri hosrof'tan çıkmıştı, o işi en iyi o bilirdi. ama uygulamada üçü birlikte çalıştılar. ben de katıldım. imece gibi... evin girişi kare gibi bir hol şeklindeydi. bu hole açılan küçücük bir oda daha vardı. orayı karanlık oda yaptık. leğenin içine ilaçlı su koyduk. filmleri orda yıkıyorduk. agrandizör dedikleri bir makine de aldılar. eski istanbul gravürlerini alıp, onları duvarda büyütüp, poster haline getirip satıyorduk. bahçede bir kuyu vardı. motoru bozuktu. kuyudan su çekip taşın üstünde yıkardık o büyütülmüş, duvar boyu resimleri. sonra da kurusunlar diye mandalla asardık onları. çamaşır asar gibi... çamaşır deyince, tabii bir yandan da evdeki beş nüfusun temizliği, yemeği, hepsi benim üzerimde. çamaşır makinemiz falan yoktu, elde yıkardım hepsini. girişteki hole de sobamızı kurmuştuk. gerisi de iki divan... bu kadarı yetiyordu bize.
böyle böyle kazanmaya başladık hayatımızı. çok da mutluyduk.''

(rakel dink)


''...eksik olmasınlar, eve gelen gidenimiz çoktu. daha babasının evinde kalırken böyle başladı, hep böyle devam etti. kardeşleri gibi arkadaşlarını da çok korurdu, kollardı çutak. her durumda yanlarındaydı. tehlike dahil, ne olursa olsun bırakmazdı onları. evinden kısar, onların ihtiyacını acil görürdü. öyle bir yönü vardı.
arkadaşlarına çok düşkündü dedim ya, arkadaşları da ona düşkündü tabii habersiz de gelirlerdi eve. kardeş gibi olduğumuz için... bir çorba ya da pilav pişirdiysek, yerdik birlikte. paylaşırdık yemeğimizi, yetmezse yumurta kırardık. yemeği dert etmedik hiçbir zaman. hiç yürek sıkıntısı yaşamadım bu yüzden.
...kavgacı bir insan değildi ama çabuk parlardı. haksızlığa hiç gelemezdi. bela onu buldu muydu, o da üstüne yürürdü belanın... bazen evde de bağırdığı olmuştur, haksız da olsa. ama ben susturmuşumdur gerektiğinde.
...ekmek kavgamız hep sürdü. iyimser bir insandı çutak. hiçbir zaman halimiz ne olacak diye kara kara düşündüğünü görmedim.''

(rakel dink)


''...rakel'e aşık olunca gidip bir saz aldı, oturup o sazı çalmayı öğrendi. sonra da sevdasını, aşkını hep o sazla dile getirdi.''

(hosrof orhan dink)


''...dünya yalan dolan, riya ve duygu istismarı üzerinde dönerken doğruyu söyleyebilmek, doğru yerde durabilmek, dün de bugün de delinin işi...''

(ayda tanikyan. hrant dink'in ortaokul öğretmeni...)