7 Ağustos 2009 Cuma

Bitiş.

Çok sıkı bir sezen aksu dinleyicisi değilim. Çok ağır gelirdi insanın içine işleyen sözleri. Ya da ben çok mutlu olduğumdan sözlerin derinliğini yakalayamazdım. Oysa şimdi yeni bir şarkısı, içimdeki duygulara tercüman oluyor. Şarkının adı, Pardon. Üst üste dinleyemiyorum ağır geliyor. Göğsümün orta yerine bir taş oturuyor, kaldıramıyorum. Şarkıdaki o gerçeklik zor geliyor. En yakınken en uzak olmak. Hayaller kurduğun, isminin baş harfini göğsüne kazıdığın adamla gün gelip, yabancı olmak. Değişimi kabullenmek her şeyi kolaylaştırır diyorlar. Oysa ben kabullenemiyor değilim. Aylar geçti. İçimi parçalayan zaten bunu kabullenmiş olmak. Depresif değilim. Yatak döşek değilim. Aylar geçti. En zor anları atlattım. Her bir yerimden tutan ailem, arkadaşlarım, dostlarım için şükrettim Allah’a. Bundan sonrası yokuş aşağı. Ve biliyorum, mantıklı düşündüğümde, aslında bunun benim için hayırlısı olduğunu, kendini uçuruma doğru sürükleyen bir adamdan istemeyerek de olsa kopuş olduğunu, belirsizliğin son bulduğunu biliyorum. ve en son olanların kabul edilecek tarafı olmadığını, hele öylesini hiç hak etmediğimi biliyorum. hepsini biliyorum. sadece aklımdaki tek soru, nasıl oldu da böyle oldu, en yakın sandığım nasıl düşman oldu. cevap bulamadığım, içimi yakan soru bu. Kalbim onarılmayacak şekilde parçalandı. bu böyle artık, dönüşü yok, hiçbir şeyin tamiri yok. artık direndiğim de yok. sadece ben, 10 yıl boyunca birikmiş bunca anıyı ve her ayrıntıyı bu denli hatırlarken, bunları şimdi nereye kaldırayım onu bilmiyorum. bitişler çirkin olunca o anıları taşımak olmuyor. Hiç düşünemeyeceğim, inanamayacağım şekilde oldu. Hani testi yere düşer bin parçaya ayrılır ya, öyle parçalandı içim. 10 yıl boyunca inandığım, sevdiğim, biriktirdiğim, üst üste koyduğum, topladığım, çarptığım, çoğalttığım, beklediğim her şey bin parçaya ayrıldı. Yok yapılacak bir şey. Biliyorum geçen her zamanla daha iyi olucam, biliyorum. ama bu iyileşmek mi? iyi oluyoruz çünkü unutuyoruz. Mutlu olduğumuz, güldüğümüz, hayatın sadece ikimizden ibaret olduğu anları, günleri, ayları, yılları unuttuğumuz için iyi oluyoruz. Geçmişimize yabancılaştığımız için iyi oluyoruz. Oysa en son telefonda kavga ederken bile sesini duyduğumda düşündüğüm, her şeye rağmen nasıl da bildik o ses. Kendimi evde hissettiren o ses. Hani güzel güzel hiç bir şey olmamış gibi konuşmaya başlasak garipsemicem çünkü benim için öylesine huzur demekti o ses. öylesine tanıdık, öylesine candan, öylesine ben. Ya da isminin email kutumda duruşu... o isme yazamayacağım, onunla paylaşamayacağım şey yoktu. ya da fotoğraflardaki halimiz... O işte o, sesiyle, ismiyle, cismiyle o... ne kadar yabancı, ne kadar düşman olabilir ki.. ama oluyor. kim bu diyorum. Kim bu konuşan, bunları söyleyen bu adam kim. sarsmak istiyorum, kendine gel, benim ben demek istiyorum. Ama olmuyor. Olmuyor. Öylesine yabancı. Öylesine başka. Kabullenmek diyorlar. Kabulleniyorum... Artık biz, biz değiliz. Yokuz. Sanki yüzünün her kıvrımını, sanki bin bir çeşit gülüşünü bilmiyormuşum gibi, sanki geceleri gördüğü kabuslardan benim adımı sayıklayarak uyanan o değilmiş gibi, sanki onca yıl bir olmamışız gibi, sanki tüm yollardan birlikte geçmemiş, sanki herkeslerden sıyrılıp sadece ikimize ait bir dünya ve bir dil kurmamış gibi, sanki hiç birbirimize sığınmamış, sanki hiç söz vermemiş, hiç hayal kurmamış gibi. Hiç sıkılmamış, sanki birlikte sıkılmaktan bile zevk almamış gibi. ne bileyim işte, hiç sevmemiş, özlememiş gibi. Baş harfini göğsüne kazıdığınla şimdi yabancı olur gibi... Her şey şarkıdaki gibi...

Pardon bakar mısınız, tanışmış mıydık? Sevmiş miydim ben sizi hiç, sevişmiş miydik? Pardon, daha önce konuşmuş muyduk? Yürüyüp çıkmazlarda yorulmuş muyduk? Yüzünüz ne kadar da aşina, Avucumun içine alıp öpmüş olabilirim. Gözünüz öyle uzak bakmasa sizi tanıdığıma yemin ederim. Pardon, bakar mısınız, adınız neydi sizin? Baş harfini göğsüme yazmış olabilirim. Pardon daha önce nerdeydiniz? Geçtiğiniz yollara düşmüş olabilirim.

Bundan iki ay öncesine kadar her gün rüyamda görüyordum onu. Her zamanki normal halimizle. Ve ben mutlu oluyordum onu gördüğüm için. Artık görmüyorum. Ayrılık, ölüm gibi. Hemen değil ama usulca çıkıyoruz hayatlarımızdan. Her şey geçiyor, gün oluyor unutuluyor... unutuluyor da, eksilmiyor muyuz? Her bitişle azalmıyor muyuz? Tertemiz bir şeyler ölmüyor mu içimizde? Körelmiyor muyuz? Bir daha inanılır mı biri “my endless love, my immortal beloved” dediğinde? Bunu yıllarca söylese bile. Biri bir söz verdiğinde yine inanmak mümkün olur mu, hem de samimi olsa bile? Bir daha biriyle hayaller kurulur mu, bir anda yıkılabileceğini bile bile? Kurulur diyorlar biliyorum da... Sapasağlam sandığın dünyanın yıkılabildiğini gördükten sonra, insan biriyle bir daha yeni bir dünya kurar mı? Yıkıldığında yıkılmayacağın bir dünyayı ise, kurmaya değer mi?

Zahmet etmeyin. Cevabı biliyorum. Hata aşkta değildi. Aşkı tarif edişimizdeydi. Halbuki Cemal Süreya derdi ki: Kim istemez mutlu olmayı, ama mutsuzluğa da var mısın?

Ben vardım. O yokmuş.

Hepsi bu.