20 Kasım 2010 Cumartesi




"Hiç kimse olmaya cesaret et Filipina. Hikayeler orada başlar. Düşlerinin kırıldığı yerde..." (muz sesleri, sf: 74)

aşağıda anılardan ve hayallerden söz etmişken, bir mektubun içinde bu satırlar geldi.

düşler kadar, düş kırıklıklarının da bir başlangıç noktası olduğunu hatırlattı. gerçi hiç unutmamıştım...

14 Kasım 2010 Pazar

anılar ve hayaller




Şu koku dedikleri nelere kadir. Halbuki alt tarafı buzdolabını temizliyorduk. Kimin olduğu bilinmez tarihi geçmiş şeftali suyunu lavaboya boşaltıyordum. Bir zamanlardan çokça aşikar olduğum Robinson marka konsantre şeftali suyunu. O zamanların haftalık alışveriş listesinin olmazsa olmazı idi Robinson.

Robinson döküldükçe saçılan o mis koku ile ben bulunduğum yerden 5 sene öncesine ışınlanıyorum. Robinsonlu sofralara... Mavi pötikareli masa örtüm üzerinde mavi-turunculu yemek tabaklarıma... Gıcırdayan, rahatsız masa sandalyelerime... Mutfak penceremden görünen elma ağacının dallarına. O günün yemeklerine methiyelerden sonra girişilen sofra muhabbetlerine... Robinsonlu yıllara.. Oradayım, etrafa bakıyorum.

“Sahip olduğunuz en değerli şey” sorusuna, “anılarım” diye cevap vermiş bir arkadaşım. Ne tatlı bir cevap. Anılarım çok değerli. Ama yine de bu cevap benim için çokça eksik.

Ortak bir geçmişe sahip olduğum ya da geçmişimi bilen insanlarla yaptığım sohbetler sıcacık gelir bana. “Ne gülmüştük hatırlıyor musun...” ya da “neydi o zamanlar..” diye başlayıp devam eden sohbetler. Bir güven duygusu vardır orada. Bilmekten ve zamanla sınanmış olmaktan doğan güven duygusu. Anılarım bu yüzden çok değerli.

Ama aynı anılarda yer almak kadar güzel olanı, ortak hayaller kurabilmek. Ortak bir geleceğe bakabilmek ve aynı gelecek içinde yer almayı istemek. İşte bu yüzden anılarımı hayallerimden üstün tutamıyorum; aynı hayalleri kurabildiğim insanlarla birlikte olmak içimi bir o kadar ısıtıyor.

Hem hayallerin değerli olması için illa gerçekleşmelerini beklemek gerekmiyor, “şu an” içinde bir hayali paylaşabilmek bile bana yetiyor.

Soruya geri dönüyorum: kendim için düşündüğümde en güzeli, geçmişi ve geleceği birleştirebilmek. Anılar biriktirebildiğinle, aynı hayali düşlemek.

1 Kasım 2010 Pazartesi

bi dilek tuttum

yazmıyorum, halbuki aklımda düşünceler durmak bilmiyor. bir cümleyi bitirmeden diğerine başlıyorum.

bu yaz ve sonbahar da az biraz üzüldük ama bunlar son kalıntılardı. bekleyen bir nokta idi, onu da koyduk. en sona küçük bir kutu bıraktım; o da diğer anıların yanında dolabın kuytusunda yerini aldı. hüzünlendim mi? evet. ferahladım mı? evet.

bekleyen pek çok iş var. ama ben şu an çok huzurluyum. her şey gibi bu huzur da geçer biliyorum. o yüzden huzurumu olacaklardan bağımsız kılmayı öğrenmeye çalışıyorum.

şimdi baştan başlıyormuşum gibi değil, kaldığım yerden devam gibi. en kıymetlilerimizin sarıp sarmalaması bir başka, ama yine de en sıcağı, kendimize açtığımız kucak. işte şimdi o kucağa kendini bırakır gibi.

yalnızlık Allah'a mahsus, ama yalnız kalmaktan korkmadan yola devam etmek gerek. şimdi ne olacak diye dertlenmeden, nereye kime diye düşünmeden, bir başına olmaktan korkmadan yaşamayı öğrenmek gerek. karanlıktan korkmadan, gök gürültüsünden korkmadan, fırtınadan korkmadan... korkuyla değil ama merakla yaşamak gerek. hep öğrenmek gerek. bi de kaderle barışmak gerek. onu düşman değil dost belleyip, şimdi ne getirdin deyip gülümsemek gerek. barışmak gerek, küs olunan her ne varsa. sevmek işte.. sevmek gerek; öncesini ve sonrasını...

ben bu hafta sonu bir dilek tuttum. olursa çok sevinicem, olmassa diye korkmamayı da öğrenicem.