27 Şubat 2010 Cumartesi

ha bu ander sevdaluk...




gözlerim ne zaman bir şarkı ile dolsa, onu düşündüğümü sanıyorlar.

oysa ben her karadeniz türküsünde, ananemi düşünürüm.

19 Şubat 2010 Cuma

yetinmeyi bilir misin?

dünyalar güzeli bir kız. sanırsın ki öyle güzel biri hayatta ne dilese olur. sanırsın ki öyle güzel birinin kalbini kimse kırmaya teşebbüs etmez. sanırsın ki öyle güzel biri asla yalnız kalmaz. ama yalnız. neden diye sormuyorum bile. nedeni gözümün önünde.

gözü hep bir eksik arıyor. koskoca bembeyaz bir kağıt varsa, o gidiyor küçücük bir siyah noktaya takılıp dert ediniyor. dilediği her şey olsa dahi, dünyalar onun olsa dahi o, ama evren benim değil diyecek. hayatta tüm istekleri gerçekleşse dahi, o hep bir eksik bulacak. ev tertemiz ise, o gidip tozlu kalmış bir köşeyi gösterip, bak diyor. anlatamıyorum ona.

açgözlülük değil onda ki, ama sanki hep bir rekabet, hep bir onda var bende yok rahatsızlığı. ona bakıp, mutluluk, yetinmeyi bilmekle mi ilgili diye düşünüyorum. görmüyor, mutsuz olmak için nedeni yok, ama o mutsuz. çünkü, sahip olmadığı şeyler var, sanki herşeye sahip olmak mümkünmüş gibi. şu yok bu yok diyor. oysa ben, daha ne olsun demek istiyorum. ama duymayacak. bu tür şeyler bir insana nasıl anlatılır bilmiyorum. ona bakıp düşünüyorum. zenginlik dediğin, çok şeye sahip olmakla değil, sahip olduklarını görebilmekle ilgili.

2 Şubat 2010 Salı

biraz derdim var ama uzun sürmez...




biraz derdim var ama uzun sürmez
hemen burada çimin üzerine uzandım mı
yakında tüm dertlerim geçer
çünkü şe-şe-şe, şe-şe-şe
şe-şe, şe-şe, şe-şe şeker kentteyim

..........

son zamanlarda çok güzel filmler izliyorum. "500 Days of Summer", aşk filmi olmadığını iddia eden ama aşkı çok güzel anlatan bir film. film bana, Alain de Botton'ın, Essays in Love / Aşk Üzerine kitabını hatırlattı. aşkın yükselme, duruksama ve çöküş devirleri, ve bu devirlerin insan bünyesinde yarattığı yan etkileri anlatılıyor. daha başlangıç sahnesinde anlıyoruz, orada kırık ve kızgın bir kalp var. ancak bu ağlatan bir film değil. tam aksine, "hah işte, bende de böyle oldu" dedirten ve insanın kendi haline bakıp güldüğü bir film.

iyi ki izlemişim dediğim bir diğer film ise "Away we go". romantik-drama-komedi türünde bir sam mendes filmi. 30lu yaşlarında henüz bir baltaya sap olamamış çiftimiz, ilk çocuklarına hamile kalınca hayatlarında yeni bir düzenlemeye, yeni bir arayışa girişiyorlar, hatta girişmek zorunda kalıyorlar çünkü o zamana kadar taş taş üstüne koymamışlar.

bu yeni hayat arayışı, içinde bolca endişe barındırıyor. film, hayatın zorluklarının ve o zorluklar karşısında yıpranan, tükenen insanların, ilişkilerin farkında. ama aynı zamanda, yanındaki insanın elini sımsıkı tuttuğunda, birlikte gülebildiğinde, paylaştığında, hatta korkuyu da paylaştığında, herşeyin daha kolay olacağını hatırlatıyor. Burt, Verona'ya defalarca evlenme teklifi ediyor. Verona ise her seferinde reddediyor (filmin sonunda öğreniyoruz nedenini). ama Burt'e söz veriyor. o "söz" sahnesi, filme anlamını veren ve filmden ayrılırken yanınıza aldığınız sahne oluyor. abartısız ama gerçek "söz"ler. ve biliyorsunuz ki o sözler tutulacak çünkü içinde samimiyet var.

"away we go" çok güzel bir film. ve bir masal anlatmıyor. hayatta hep belirsizlikler ve sürprizler var. ama şanslıysak, o en deli an geldiğinde kaçıp gitmek yerine, yanımızdakinin eline tutunmayı akıl edebiliyorsak, bir kurtuluş şansı doğuyor. çünkü gerçekte kaçıp gittiğin yer, asıl hapsolduğun yer oluyor.