20 Mayıs 2010 Perşembe

gün ortası...




Çok zaman oldu ses vermeyeli biliyorum. Merak eden olursa, iyiyim çok şükür.

Biraz bahar çarpmasından, biraz başka işlere dalmaktan yazamadım buraya. Ama çokça bahardan. Bahar beni hiç böyle çarpmamıştı, nedendir bilemedim. Ya da bildim de, diyemedim..

Burası baharda öylesine güzel ki... Renk renk çiçekler, ağaçlar... Her gün günbatımını izlemeye gayret ediyorum. Nefes aldığımı fark ettiğim ve aldığım her nefes için şükrettiğim saatler onlar.

Hayat güzel de, bazen gaddar mı, yoksa “hayat böyle işte anla” mı demeli, bilemiyorum. Buradan Türk bir arkadaşımın kanser olduğu haberini aldık. Daha 30 yaşında. O günden beri onun için hayat, artık aynı hayat değil. Yine buradan bir arkadaşım, geçen hafta annesinin hastalık haberini aldı. Bugün apar topar ülkesine döndü, ne zaman gelecek belli değil, önemsemiyor da. Annesinin beyin ameliyatına yetişebilmek, onun için tek önemli şey şu an. Ve de şu iki gündür takip ettiğim 28 madencinin haberi... Sevdiklerinin fotoğraflarına bakıp dünden beri ağlıyorum. Bunların yanında güzel haberler de var. Çok sevdiğim bir arkadaşımın Efe’si doğdu. “Nasılsın” diyorum, “oğlum karşımda uyuyor, artık benim nasıl olduğumun önemi yok” diyor. Öyle de gururlu bir baba oldu ki, içim eriyor o Efe’yi anlatırken. O en çok sevdiğim/istediğim ismi kullanmış olmasını kıskanamıyorum bile.

Hayat böyle işte. Bir anda, bazen tek bir haberle, bazen tek bir kişiyle, her şey değişiyor. Hem de öyle bir değişiyor ki, bir daha eskiye dönüş mümkün değil.

Düşünüyorum, farkında olmadan geçirdiğimiz her saniye bir kayıp. Hayat bir var, bir yok. Ve sırf bu yüzden, tek bir günbatımı bile, ve hatta tek bir dostça sohbet, tek bir tebessüm, tek bir el tutuş, tek bir nefes alış, tek bir sarılış, tek bir helallik bile çok ama çok değerli... Her şeyi unutup yola devam ediyoruz da, o yola temiz bir vicdanla devam edebilmek en önemli şeymiş, bunu düşünüyorum etrafımdaki şu hızla değişen hayata bakarak, bir yanlış yapıp da o yanlışı düzeltecek vakit olmassa diye endişelenerek...

Çok kederli bir yazı olmadı inşallah. Öyle bir halet-i ruhiyede yazmıyorum. Ama yine de yazıya Cengiz Özkan eşlik etsin istedim, içimize bir su serpsin diye. Su verenleriniz de çok olsun, böyle derdi büyükbabam, nur içinde yatsın.