zamanında bir bilirkişi, sevme şeklimizin karşımızdakine değil, kişinin kendi karakterine bağlı olduğunu söylemişti bana. mesela herkesin sevmeyi bilmediğini... birini çok seviyorsak, bu sadece o çok güzel ya da sevilesi olduğu için değildir, sevmeyi becerebildiğimiz içindir demişti. herkes kendi yüreğince sever demişti.
aşk içinde benliği eritebilmek, benlikten geçip sevgiliyle "bir" olabilmek... bunlar sevmeyi bilmeyen yüreğin yapabileceği şeyler değil. karşısındaki ne kadar güzel olursa olsun...
sevgili blog, imreneceğim bir şey varsa şu dünyada, o da birbirini bulmuş böylesi iki yürektir.
aldığım hayat derslerine rağmen zerre kıskanmıyorum parayla satın alınan bir şeyi. ama şu aşağıda kelimelere dökülmüş, sevgiyle örülmüş hayatı okudukça burnumun direği sızlıyor. sevmek böyle olmuyorsa varsın eksik kalsın diyorum...
ve birbirinden 5 yıl önce bugün koparılmış iki yüreği düşündükçe, şairin dediği gibi, "insan olan yerlerim çok ağrıyor".
''...rakel'i ilkin 9 yaşında tanımıştım. ta o yaşta kanım fena ısınmış olmalı ki daha sonra o nereye gittiyse ben de bir yolunu bulup peşinden gittim.
...başlangıçta uzunca yıllar rakel'in böyle bir sevdadan hiç haberi olmadı... tam manasıyla platonik bir sevdaydı benimkisi. kendi kendime yaşardım duygularımı...''
(hrant dink)
''...mamam gedikpaşa'da otururdu ama ben yuvada yatmayı yeğlerdim, çünkü rakel oradaydı ve ben rakel'e yakın yaşamak için elimden gelen her şeyi yapıyordum.''
(hrant dink)
''...bir pazar günü balat'taki kilisedeyiz. çutak oraya birkaç arkadaşıyla geldi. ilk kez elini uzattı bana ve merhabalaştık. o anda kızardığımı hissettim ilk kez. ben 13 yaşımdaydım, o da 18. aslında farkındaydım durumun, arada bir laf sokuşturuyorum; ''ne işin var burada? niye habire arkamıza takılıyorsun?'' diye. çok kızıyormuş ben böyle dedikçe. cilve desek daha doğru olur benim yaptıklarıma, çünkü hoşlanıyordum da onu kızdırmaktan. bir yandan da etrafta fısıltılar dolaşmaya başlamış. bunlara da çok kızıyor hem de utanıyorum, çünkü herkes bana aşık olduğunu biliyor ve konuşuyor. hem sevinirsin, gururlanırsın ya böyle bir durumda, hepsinin içinde sevdiği sensin diye... hem de kızarsın tabii, çünkü daha çocuksun ve adın çıkıyor bu yüzden. biraz bilerek, biraz bilmeyerek çok uğraştırmışım onu. bazen bir iki kadeh içermiş, alırmış sazı eline. benim vesikalık bir fotoğrafımı bulmuş bir yerden. onu büyütmüş. koyarmış karşısına, başlarmış saz çalıp söylemeye...''
(rakel dink)
''...nihayet ilkokul bitti ve ben bademcik ameliyatı oldum. ...çutak beni görmek isterse sakın yanıma bırakmayın diye herkesi tembihledim. düşünebiliyor musun, soracaklar, kim bu diye. olacak şey değil. ama oldu işte. herkesi aşıp geldi beni görmeye...''
(rakel dink)
''...çocukları (yetimhanedeki...) pikniğe götürmüştük kınalıada'ya. bahar aylarıydı. nisandı herhalde. adanın tepelerine tırmanıyorduk. orada yüksek yamaçlar vardı. alışkınız hepimiz, zaten köyden gelmeyiz. önde çocuklar, arkalarında ben, tırmanıyoruz. tırmanırken bir yandan da etraftaki çalılara tutunarak ilerliyoruz. birden yamacın tam ortasında tutunduğum çalı elimde kaldı. bir bakmış, düşüyorum. kavramış belimden. sonra elimden de tuttu, birlikte tırmandık yukarı artık... benim ''evet,'' dememe sebep olan asıl olay budur işte. evlenme teklif ettiği andan daha önemlidir benim için... ona, sakın kimseye anlatma bunu, hayatımı kurtarmış olduğunu söyleme kimseye diye sıkı sıkı tembih de etmiştim. ondan sonra tam kabul ettim onu artık...''
(rakel dink)
''- olmaz babam, olmaz. biz kendi köylümüz dışında kimseye kız vermeyiz. hem bu çocuğun anası babası ayrılmış. kim bu çocuk, neyin nesi? ya o da bir gün kızımdan ayrılırsa. biz böyle şey bilmeyiz.
- ben soruşturdum, kızın da oğlanı seviyormuş... gel ısrar etme, sen de evet de, bu işi tatlıya bağlayalım, iki çocuğumuza yuva kuralım.
- ne demek sevmek babam, ne demek? bizim adetimizde böyle şey yok.''
''...babam çutak'la evlenmemi istemedi.
...bizim köyün dışarıya kız vermesi olmuş şey değildi. ben ilk oldum.
...sonunda şınorhk srpazan araya girdi. senin kızını ben kendi oğluma istiyorum, deyince babam da razı geldi. babam şınorhk patriği çok sever ve sayardı çünkü. o da babamı...''
(rakel dink)
''...hrant, rakel'e aşık olmuştu ve gözü hiçbir şey görmüyordu.''
(hosrof orhan dink)
''...kurtuluş'un son durağına giderken, sağ tarafta bir hristiyan mezarlığı vardır. mezarlığın yanından bozuk bir yol inerdi aşağı. üstelik mezar taşları vardı o yolda, ermenice yazılı. onların üstünden atlayarak evin bahçe kapısına gelinirdi. eski usul, iki katlı bir evdi. ama yıkık döküktü tabii. biraz köy evi gibiydi. bahçesinde kuyusu da vardı. işte hrant'la rakel evlendikten sonra da yıllarca orada oturup o ilkel koşullarda yaşamlarını sürdürdüler. biz de giderdik oraya; ev içinde olsun, bahçede olsun, yemekler yerdik birlikte.''
(hagop minasyan. hrant dink'in arkadaşı...)
''...küçücük bir kızdı rakel. incecik, dal gibi. çok terbiyeli... hrant'a, ''çutak,'' der, başka şey demezdi. gözlerinden okurdun sevgisini.''
(mari 'mayrig' tomasyan. hrant dink'in arkadaşının annesi...)
''...evlendiklerinde hrant'ın sakalı ya var ya yoktu, rakel dersen zaten tam bir çocuktu... eşek uçtu desen, inanabilecek kadar saf ve temizdi. hala da öyledir rakel. iyi ki öyle, yoksa kaldıramazdı yaşadıklarını...''
('tomo' yetvart tomasyan. hrant dink'in arkadaşı...)
''...sonunda ancak 23 nisan 1977'de kilisede evlenebildik. çok küçüktük ikimiz de. hatta arkadaşları, çocuk bayramı'nda çocukları evlendirdik, demişlerdi o gün.
...ahparigler evlendirdiler bizi. kına gecesi yaptılar, kına yakıldı. biri beni hamama götürdü. öbürü bize gecelik, pijama aldı. bir arkadaşımızın gelinliğini bana uyarladılar. duvak da taktılar. damatlık da giydirdiler.''
(rakel dink)
''...yatmadan yatmaya girerdik eve. gerisi ekmek kavgası...
...çalıştığım fotoğrafhanede yervant'ı (yervant levent dink) yanıma aldım. ikimiz de çok çalışkandık, usta pek uğramaz olmuştu artık. o sıralar duvar kağıdı modası vardı. biz de yervant'la duvarlara eski istanbul gravürleri yapmaya başladık. gravürlerin fotoğrafını çekiyoruz. sonra bunları duvar ölçüsüne göre büyütüyoruz. duvar kağıdı haline getiriyoruz. çok da güzel yapıyoruz da nasıl satacağız? bir arkadaşından borç buldu hrant ve gittik, bir agrandizör satın aldık. bu arada abim, rakel'e olan aşkında nihayet mesafe alabilmiş, rakel'in babası ikna edilmiş, nişan takılmıştı. hrant fırsatını yakaladığı anda evlenecek, kafaya koymuş. bu ''serbest girişimcilik'' ruhu da rakel'e sevdasından ya, o da başka... gittik, tahtadan bir banyo tezgahı yaptık, bu işe rakel de katıldı. rakel, hrant, yervant, ben... sonra işe koyulduk. pazarlamacı hrant'tı. o gidip iş alıyordu, geliyordu, akşamları bahçede çalışıyorduk. karanlık odamız olmadığı için gece havanın kararmasını bekliyorduk. fotoğrafı büyütmek için ışığı duvara veriyorduk, basıyorduk kağıda. sonra da bunları banyo ediyorduk. harıl harıl çalışıyorduk.''
(hosrof orhan dink)
''...bir görsen nasıl çalışıyorlardı, nasıl çalışıyorduk! duvarlara badana yaptılar, duvar kağıdı yapıştırdılar. bir ara çutak işportacı olarak saat sattı. her iş gelirdi elinden. ben dekoratif çiçek yapma kursuna gittim. yapma çiçek hazırlardık evin içinde. düğün şekerleri hazırlardım sipariş üzerine, gelin başları yapardım.
...üç kardeş hep fikir birliği yaptılar. mesela fotğrafçılık fikri hosrof'tan çıkmıştı, o işi en iyi o bilirdi. ama uygulamada üçü birlikte çalıştılar. ben de katıldım. imece gibi... evin girişi kare gibi bir hol şeklindeydi. bu hole açılan küçücük bir oda daha vardı. orayı karanlık oda yaptık. leğenin içine ilaçlı su koyduk. filmleri orda yıkıyorduk. agrandizör dedikleri bir makine de aldılar. eski istanbul gravürlerini alıp, onları duvarda büyütüp, poster haline getirip satıyorduk. bahçede bir kuyu vardı. motoru bozuktu. kuyudan su çekip taşın üstünde yıkardık o büyütülmüş, duvar boyu resimleri. sonra da kurusunlar diye mandalla asardık onları. çamaşır asar gibi... çamaşır deyince, tabii bir yandan da evdeki beş nüfusun temizliği, yemeği, hepsi benim üzerimde. çamaşır makinemiz falan yoktu, elde yıkardım hepsini. girişteki hole de sobamızı kurmuştuk. gerisi de iki divan... bu kadarı yetiyordu bize.
böyle böyle kazanmaya başladık hayatımızı. çok da mutluyduk.''
(rakel dink)
''...eksik olmasınlar, eve gelen gidenimiz çoktu. daha babasının evinde kalırken böyle başladı, hep böyle devam etti. kardeşleri gibi arkadaşlarını da çok korurdu, kollardı çutak. her durumda yanlarındaydı. tehlike dahil, ne olursa olsun bırakmazdı onları. evinden kısar, onların ihtiyacını acil görürdü. öyle bir yönü vardı.
arkadaşlarına çok düşkündü dedim ya, arkadaşları da ona düşkündü tabii habersiz de gelirlerdi eve. kardeş gibi olduğumuz için... bir çorba ya da pilav pişirdiysek, yerdik birlikte. paylaşırdık yemeğimizi, yetmezse yumurta kırardık. yemeği dert etmedik hiçbir zaman. hiç yürek sıkıntısı yaşamadım bu yüzden.
...kavgacı bir insan değildi ama çabuk parlardı. haksızlığa hiç gelemezdi. bela onu buldu muydu, o da üstüne yürürdü belanın... bazen evde de bağırdığı olmuştur, haksız da olsa. ama ben susturmuşumdur gerektiğinde.
...ekmek kavgamız hep sürdü. iyimser bir insandı çutak. hiçbir zaman halimiz ne olacak diye kara kara düşündüğünü görmedim.''
(rakel dink)
''...rakel'e aşık olunca gidip bir saz aldı, oturup o sazı çalmayı öğrendi. sonra da sevdasını, aşkını hep o sazla dile getirdi.''
(hosrof orhan dink)
''...dünya yalan dolan, riya ve duygu istismarı üzerinde dönerken doğruyu söyleyebilmek, doğru yerde durabilmek, dün de bugün de delinin işi...''
(ayda tanikyan. hrant dink'in ortaokul öğretmeni...)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
içim acıdı, burnum sızladı, biryandan Chaconne in G minor for Solo Violin dinliyordum yazını okurken.....birine kurşunu sıkarken parmağımızı o mandala bastırdığımızda kurşun hızla onun bedenini parçalamaya doğru yol alırken....bütün bunları düşünebilseydik....ama bunlar düşünerek algılanabilecek şeyler değil ki....bunlar yürek işi...
sevgili guguk kuşu, merhaba. chaconne videosu açtım ve ben de dinliyorum şimdi bunu yazarken... düşünebilseydik demişsin ya.. ben de, insan bilse yapamaz diye düşünürüm. o merminin hedef aldığı kişinin ona anlatılandan çok daha başka biri olduğunu bilseydi, bir konuşmasını dinleyebilseydi, yazısını okusaydı, bir ermeni şarkısı öğrenebilseydi, bir arkadaş edinebilseydi, o şarkılarla ve insanlarla ortak dertlerimiz için içlenebilseydi, yani bilseydi yapamazdı diye düşünmek istiyorum.
dün (19 ocak) ve mahkeme kararının açıklandığı iki gün öncesi garip günlerdi. bu ülkede umut beslemenin aptalca bir iş olduğunu yazanlar vardı, haklılardı da. ama ben bilseydi yapmazdı diye düşünmek istiyorum. insana inanmadan başka nasıl olur ki bu iş..
hrant dinki hiç bilmeden tanımadan bir köy kahvesinde karşılaşsalardı mesela, eminim ki tatlı bir sohbete dalarlardı, ahh önyargılarımız ve bize öğretilenler ve bunları yargılamadan kabullenişimiz...
Yorum Gönder