Yaklasik 1 haftalik gozlemlerimden sonra artik sehir hakkindaki izlenimlerimi yazabilirim sanirim. Gozlem deyince hafife almayin ama lutfen, bir sosyolog gozuyle baktim etrafa.
Biz Trondheim'dayiz. Ulkenin 'tarihi baskenti' olarak geciyor Trondheim. Cunku sehir 997'de kurulmus ve burasi Norvec'in ilk baskentiymis. Yeni krallarin tac giyme seremonileri halen burada duzenleniyormus. Teknik universitenin ve arastirma kurumu Sintef'in sayesinde sehir teknolojik acidan oldukca gelismis. Bir de kosmopolit bir yer. Kosmopolit olmasinin nedeni universite elbette. Yabanci ogrencilerin fazlaligi sokaklarda dolasirken anlasiliyor.
Nidelva nehri sehre ayri bir guzellik katiyor. Sehrin duzenlemesi de cok hos. Bir kere rengarenk, cunku evler renk renk; kirmizi, sari, turuncu, mavi ve de cogunlukla keresteden yapilmislar. Kereste evler Trondheim ve Norvec'i diger Iskandinav ulkelerinden ayiran bir ozellik olarak kabul ediliyor. Hatta ulkenin kulturel mirasinin bir parcasi olarak goruluyor. Aslinda haklilar, cunku bu keresteden yapilmis evler, sehre ozgun bir karakter kazandirmis. Rengarenk goruntuleri ise bu soguk ulkeye cok sicak bir hava katiyor. Evlerin dis cepheleri surekli yenilendiginden de yepyeni gorunuyorlar.
Yukaridaki resimde gorulen ise eski balik ambarlari. Bugun ise cogu restoran ve cafe olarak isletiliyor.
Insanlara gelince... Dikkatimi ilk ceken, birbirlerine bakmalari oldu. Ingiltere'de insanlarla goz goze gelmessiniz pek. Ancak kapidan gecerken falan olur goz goze gelmeler (gozgoze gelince de kibarca gulumserler muhakkak). Burada ise insanlar Turkler gibi, birbirlerine bakiyorlar, suzuyorlar muhakkak. Siz farkli gorundugunuz icin degil bu bakislar, herkes herkese karsi oyle.
Herkesin neredeyse mukemmel Ingilizcesi var. Yani dillerini bilmemek hic sorun degil. Gerci havalimaninda, otobus duraklarinda Ingilizce enformasyon az, ama insanlara sorabiliyorsunuz en azindan. Bu cok buyuk bir arti. Ama ayni zamanda dezavantaj da olabilir, eger siz Norvecce ogrenmek isterseniz. Cunku insanlar burada Ingilizce konusmayi cok seviyorlar, ve anlatilanlara gore, siz Norvecce konusmak isteseniz de onlar seve seve Ingilizce konusuyorlar. Bir de sicakkanlilar. Sicakkanlilik Akdeniz insanlarinin tekelindeymis gibi gelir ya bize, yok oyle bir sey! Iklimlerle insanlarin yakinligi arasinda bir bag kurmaktan vazgecmeliyiz sanirim. Yanlis yonlendirebiliyor bu tur kaniksanmis ifadeler.
Ingilizce demisken, adim basi gazete bayii ve Ingiliz gazetelerinin (Guardian'dan tutun da Independent'a, Daily Telegraph, Daily Mirror'a kadar) pek cogunu bulabiliyorsunuz. Amerikan, Fransiz ve Ispanyol gazeteleri de var bolca, ama ben Ingiliz gazetelerini gorunce cok sevindigim icin onlari yazdim once. Hurriyet ise yok. Sanirim Oslo'da ki buyuk bayiilerde bulunabilir o. Gerci internetten okuyoruz artik gazeteleri ama insan bazen gazetenin kendisini eline almak, oyle okumak ister ya, o yuzden cok sevindim ben, ozellikle The Independent'i gazete standinda gorunce.
Gazetelerin yani sira unlu Ingiliz, Amerikan haber dergileri de yine ayni bayiilerde. Bu arada, Harry Potter The Deadly Hollows 199 norvec kronu!
Havanin nasil oldugundan daha once bahsetmistim. Agustos ayindayiz ve hava sicak. Ama sicak derken, gercekten sicak. Surekli hareket halindeyseniz bunaltabiliyor da. Biz gecen hafta nehir kenarinda bir yerde oturduk ogle yemegi icin, ve esimin yuzu yaklasik 1 saat icinde gunesten kizardi. Ancak ani hava degisikliklerine de sahit olduk. Yagmur beklenmedik bir anda baslayabiliyor ve hava sicakligi bir anda 5 derece gibi dusebiliyor. Kisin ise Gulf Stream sayesinde ulkenin ic bolgelerine nazaran daha yumusak bir kis yasaniyormus.
Bir de dikkatinizden kacmayacak sekilde temiz bir havasi var. Nefes alirken farkedebiliyorsunuz havanin daglardan geldigini ve temizligini. Dag demisken, Norvec oldukca daglik bir yer. Bizim bulundugumuz yer de ulkenin daglik yerleri arasinda.
Insanlar inanilmaz derecede sportif. Bisiklet cok onemli bir ulasim araci. Kisin dahi islerine bisikletle gidip geliyorlar. Kar lastigi kullaniyorlar elbette bisikletleri icin. Evleri ile is yerleri arasinin otobus ile 30 dakika olmasini 'cok uzak' diye nitelendiriyorlar. Toplu tasima araclarina binmeyip surekli yurudukleri ya da bisiklete bindikleri icin 30 dakika onlar icin fazla bir mesafe.
Daglik bir yer olmasi, engebeli ve dolayisiyla sehir icinde yokuslarin da olmasi anlamina geliyor. Bisikletler icin sorun oluyor mu derseniz, hayir. Bazi yokuslarin baslarinda, bisikletinizin tekerlegine baglayip sizi yukari cikaracak, aparat mi diyim ne diyecegimi bilemedigim bir seyler var. Bunlarin da fotograflarini ekleyecegim elbette ilerleyen gunlerde.
Norvec kanunlarinda calisan anne pek cok acidan korundugu icin, insanlar cok cocuklu. Hatta etraftaki cocuklarin fazlaligi her seferinde dikkatimi cekiyor. Bir de gunumuz haberlerinde anne-baba olma yasinin her yerde oldugu gibi Iskandinav ulkelerinde de yukseldiginden bahsedilir. Ancak benim gozlemledigim anne babalar genelde 30'undan once anne-baba olmusa benziyorlar. Dolayisiyla gazetelerde okudugum haberlere pek katilamayacagim ben.
Izlenimlerime daha sonra devam etmek uzere bu yaziyi burada noktalayacagim. Ama ondan once bir de kutuphane icinde yaptigim gozlemlerinden de bahsetmek istiyorum.
Su an sehrin halk kutuphanesindeyim. Halk kutuphanesi deyince insan eski ve bakimsiz bir yer dusunuyor. Ne bileyim en azindan bizim Milli Kutuphane vardir, icinde asla aradigim seyi bulamadigim. Neyse, buradaki halk kutuphanesinin sorunu yepyeni ya da sundugu olanaklar degil, bu kadar guzel olmasi.
Kutuphane 1902'de kurulmus. 1712 yilindan kalma belediye binasi da kutuphanenin bir parcasi olmus. 1988'de ise eski yapiya yeni ve modern bir bina eklenmis. Bugun kutuphane islemlerinin cogu bu yeni binada gerceklesiyor. Ayrica kutuphanenin eski binasinda da ortacag doneminden kalma kilisenin tarihi kalintilari sergileniyor. Kisacasi, yeni ve eski cok hos bir sekilde bir araya getirilmis.
Anlatmakla olacak gibi degil. Buranin da bir fotografini cekmem gerekecek zamani gelince.