bu gazetelerde akli basinda tek bir insan yok mu? dogan grubu artik kabak tadi verdi. milliyet, sabah'a camur atiyor, ama bence sabah onlarin yaninda umut verici kaliyor. hincal uluc da kendi gazetesine giydirmis. ama uluc'un kendi standardi ne, begenmedigi ne, sorgulamak gerek.
her gazetede ayni haber. ne de olsa dogan grubundan olmayan ancak bir kac gazete var. bu demek oluyor ki ortaligi b.k goturuyor.
gelelim bugunun sinir bozanlarina:
@ milli takimin yeni formasi olay olmus. turkuaz rengi begenilmemis. nereden cikmis bu turkuaz, turk bayraginda hic turkuaz var miymis? bu kisiler herhalde hollanda bayraginin da turuncu oldugunu saniyor.
turkuaz hem cok guzel bir renk, hem de her yerde turk rengi olarak biliniyor. boylesine guzel bir seyi sahiplenmek varken, karsi olmak niye? turk'un rengi kirmiziymis, kirmizi da kanimizin rengiymis. sanki bir ingilizin kani mor akiyor. onlar da mi turk oluyor kanlari kirmizi diye. bir de 'biz milli irademizi bugune dek renklerimizle belirledik' diyenini gordum. buna bir yorum getiremeyecegim. oylece kaldim. yahu bayragimizi degistirmedik, formamiza, bizimle anilan bir rengi koyduk. milli iradeyi nereden karistirdin simdi yavrucugum?!
turkuaz forma cok guzel olmus. buradan yetkililere sesleniyorum. Sayin yetkililer stop. yeni formayi cok begendik stop. degistirmeyin sakin stop. boyle kalsin stop.
@ ingiltere'yi ziyaret eden cicegi burnunda yeni evli cift nicolas sarkozy-carla bruni, tum dunya haber servislerinin ana sayfasinda.
carlacigim da ne tatli olmus oyle, al koynuna sakla, o kadar sirin ablasi. evet guzel bir kadin, ne diyeyim. ama benim her fotografta gulmeme sebep, sarkozy'nin karisina bakislari. hani tamam, sevdigine inandim ve pek sirin. ama ingiliz kralicesi onunde sarkozy'nin carla'ya bir bakisi ve carla'nin da bir siritisi var ki, sanki musamere gosterisini yeni tamamlamis 7-8 yaslarinda bir kiz cocugu. nicolas da kraliceye, "bakin teyzesi ne tatli bir sey degil mi, yeni aldim, kedi gibi, hic sesi cikmiyor" diyor. hayir eger baska bir sey soyluyorsa gercekten cok sasiracagim.
ben bu carla'nin ciddi bir sekilde gundem yaniltma nedeniyle kullanildigina inaniyorum. soyle ki: sarkozy'nin ingiltere ziyaretinin nedeni, iki ulke arasinda nukleer savunma konusunda isbirligi yapmak. tam da dunyanin ihtiyaci olan bir sey! neye kime lazim baris, sevgi, sen nukleere bak. iste iki ulke bu denli onemli konulari konusurken, carla guzelligi ile bizi ve medyayi oyalamakta ve iki ulke arasinda yapilan konusmalar arka plana itilmekte.
uzucu bir sey de... ciftin ingiltere'ye ayak bastigi gun, ingiliz basini, carla'nin 1993 yilinda verdigi ciplak bir pozu gazetelerine manset yapmislar, hosgeldiniz First Lady basligiyla. benim simdi bekledigim, sarkozy'nin ingiliz gazetelerine malkocoglu gibi saldirip, sevdigi kadinin namusunu kurtarmasi. patlamis misirim yanimda hazir, bekliyorum, saldir sarko!
@ memleketimize paris hilton gelmis. havaalaninda gazeteciler arasinda izdiham cikmis kizi goruntulemek icin. yahu neden o kadar birbirinizi yirttiniz kizin bir fotografini cekebilmek icin ben anlamadim. girin internete, kiz 'sanat' icin soyundugu filmlerinde en mahremine kadar kendini sergiliyor zaten. bundan sonra kim ne yapsin onun giyinik pozlarini.
bu gazeteci ordusu, boyle ne udugu belirsiz unlulerin goruntusunu bize ulastirmak icin izdiham yaratiyorlar ya, bizleri de ayaklar altina aliyorlar. simdi paris hilton saniyor ki kendisi turk halki tarafindan cok merak ediliyor ve seviliyor. tek istegim, paris hilton ulkesine donerken bu gazetecileri de alsin yaninda gotursun. evet arkadasim, biz paris hilton'un kendi ulkesinde de nasil yasadigini merak ediyoruz. oradan goruntuler ulastirmak icin siz de onunla gidin ve bir daha donmeyin.
@ bir de annesinin bogazini kesen kiz var gazetelerde. profesor kadin, kimbilir hayatinda ne zorluklar atlatti o konuma gelmek icin. kimbilir kizini karninda tasirken de, dogumhanede de ne acilar cekti, cocugunu dunyaya getirmek icin. peki ne icinmis tum bunlar, bunun icin mi? cocugun var mi derdin var derler ya, cok dogruymus. baska bir sey soyleyemiyorum.
bir de babasi hemen kizinin yanina gelmis ve uyarmis kizini hic bir sey soylememesi konusunda. tek bir seyi merak ediyorum. hadi kizina 'sakin konusma, bir sey soyleme' dedin, peki 'bunu nasil yaptin' da dedin mi?
27 Mart 2008 Perşembe
23 Mart 2008 Pazar
Camus'nun Yabanci'si
Paskalya tatilindeyiz. bense pazartesi gununden beri yalnizim. 10 gun surecek bu ayrilik baslamadan once duygusal bir moda girmistim. ama bende garip bir icinde-bulundugu-duruma-alisma ozelligi var. oncesindeki duygusalligin tersine, su an yalnizligimin keyfine variyorum. yalnizligin da guzel bir yani var, uzun surmedigi surece elbette.
keyif yapmaktan ders calisamiyorum. onceki gun sehre indim ve uzun suredir almak istedigim kitabi aldim. Doris Lessing'in The Golden Notebook'u (Altin Defter). Kitaplari tararken bir de Albert Camus'nun The Outsider'ina (Yabanci) rastladim. Onu da aldim.
Yabanci'yi bitirdim. kisacik bir kitap zaten. kitabi asil alis nedenim, konusunun yabancilasma olmasiydi. ama benim ilgi duydugum yabancilasmadan farkli bu. camus, yabancilasmayi, varoluscu felsefe ile anlatiyor. toplum kurallarina gore degil de kendi gercekleriyle yasayan bir insanin toplum tarafindan dislanisini konu ediniyor.
simdi efendim soyle... kahramanimiz Mersault, hic olmadik bir sekilde bir cinayet isler ve kitap onu olume goturen sureci anlatir. biraz rastlantisal bir cinayettir isledigi ama bunun pek bir onemi yoktur onun icin. cunku onun icin hayatin pek bir onemi yoktur.
bu yuzden basina gelenleri hep duygusuz bir sekilde karsilar. annesi olur, pek bir sey hissetmez. annesinin olumu uzerine taziyelerini bildirenlere o, 'olmese daha iyiydi ama ne yapalim' gibi cevaplar verir. ve aglamadigi icin onu ayiplayanlari bir turlu anlayamaz. annesinin cenazesinde kotu hisseder aslinda, ama bunun asil nedeni, havanin cok sicak olmasi, ve bu sicak havada onun uzun bir yol yurumek zorunda kalisidir.
Mersault bir cinayete karisir, yine pek bir sey hissetmez. ne kendini savunur ne de cezasi hafiflesin diye bir girisimde bulunur. onun bu hissizligini anlayamaz etrafindakiler. o yine rahatsiz olur cunku insanlar onun anlattiklarinin altinda baska baska nedenler aramaya kalkisir. "annenin olumunun uzerine bunalimdaydin, o yuzden mi isledin cinayeti?" der avukati. o ise "yoo, yok oyle birsey" turunden cevaplar verir.
olaylar oyle bir hal alir ki, Mersault'un asil sucu, isledigi cinayet degil de, annesinin cenazesinde aglamamasi olur. cenazede aglamamak nasil bir zalimliktir! yargilanmasi bu konu uzerine odaklanir.
Mersault'un hayata karsi bu denli duygusuz olusu rahatsiz edici. ona gore onda bir sorun yok, o hayati olmasi gerektigi gibi karsiliyor. ama insani duygulardan bu denli uzak olusu normal bir insan olmadigini dusundurtuyor digerlerine. Camus ise boyle dusunmuyor karakteri hakkinda. Camus'ya gore Mersault'un yaptigi -mis gibi davranmamak. baskalarini rahatlatmak ugruna aglamamak, ya da uzgun olup olmadigi konusunda yalan soylememek.
Mersault, toplumun davranis kaliplarinin disinda davraniyor ve bu yuzden toplumun disinda yer aliyor. onun duyarsizligi rahatsiz edici bir hal. ancak toplum onu kabul etsin diye toplum kurallarina uyuyormus gibi rol yapmamasi ise onu durust bir insan yapiyor. cinayeti isledigine dair pisman oldugunu soyle diyorlar, o ise yine dogruyu soyluyor ve pismanlik degil ama rahatsizlik duyuyorum diyor. icinde bulundugu kotu durumdan kurtulmak icin yalan soylememesi, onun durustlugunun boyutlarini gosteriyor.
Camus diyor ki, gunluk hayatin icinde yer alabilmek adina insanlar her gun yalan soyler ya da yalan olmasa da soylemek istediklerinin fazlasini soylerler. bunu hayati kolaylastirmak adina yaparlar. Mersault bunu yapmiyor, bu oyunu oynamiyor. oynasa, toplum onun canavar olmadigini gorecek ve rahatlayacak. Mersault'un toplumdan farkli davranmasi, toplumun onu bir tehdit unsuru olarak gormesine neden oluyor. toplum herkes bir olsun, herkes ayni sekilde davransin istiyor. bunu yapmayani ise, yani Mersault'u, icinden sokup atiyor.
kitabi sevdim, evet. sadece akla getirdigi sorular nedeniyle bile okumaya deger. ornegin, kitabin ardindan benim hala dusunmekte oldugum sorular sunlar: baskalari iyi hissetsin diye -mis gibi mi yapmali, yoksa dibine kadar durust davranip ne hissediyorsak sadece o kadarini mi soylemeli? tum toplum ayni sekilde mi uzulmeli? buna uymayanlari canavar mi ilan etmeli? peki bu farkliliklara nereye kadar izin vermeli? ya da farkli olmak icin izin istemek bile bir cesit kisilik hakkina saldiri degil mi? peki ama toplum olabilmek icin bazi ortak noktalar gerekli degil mi? o zaman nedir bu ortak noktalarin siniri? bu ortak noktalarin siniri ne olmali ki biz hem kendi basimiza farkli bireyler olabilelim, hem de birlikteyken bir toplum olabilelim?
dusunmelerim bitmis degil, gordugunuz gibi. kafamdaki sorular azalmak yerine, yalnizca cogaliyor.
keyif yapmaktan ders calisamiyorum. onceki gun sehre indim ve uzun suredir almak istedigim kitabi aldim. Doris Lessing'in The Golden Notebook'u (Altin Defter). Kitaplari tararken bir de Albert Camus'nun The Outsider'ina (Yabanci) rastladim. Onu da aldim.
Yabanci'yi bitirdim. kisacik bir kitap zaten. kitabi asil alis nedenim, konusunun yabancilasma olmasiydi. ama benim ilgi duydugum yabancilasmadan farkli bu. camus, yabancilasmayi, varoluscu felsefe ile anlatiyor. toplum kurallarina gore degil de kendi gercekleriyle yasayan bir insanin toplum tarafindan dislanisini konu ediniyor.
simdi efendim soyle... kahramanimiz Mersault, hic olmadik bir sekilde bir cinayet isler ve kitap onu olume goturen sureci anlatir. biraz rastlantisal bir cinayettir isledigi ama bunun pek bir onemi yoktur onun icin. cunku onun icin hayatin pek bir onemi yoktur.
bu yuzden basina gelenleri hep duygusuz bir sekilde karsilar. annesi olur, pek bir sey hissetmez. annesinin olumu uzerine taziyelerini bildirenlere o, 'olmese daha iyiydi ama ne yapalim' gibi cevaplar verir. ve aglamadigi icin onu ayiplayanlari bir turlu anlayamaz. annesinin cenazesinde kotu hisseder aslinda, ama bunun asil nedeni, havanin cok sicak olmasi, ve bu sicak havada onun uzun bir yol yurumek zorunda kalisidir.
Mersault bir cinayete karisir, yine pek bir sey hissetmez. ne kendini savunur ne de cezasi hafiflesin diye bir girisimde bulunur. onun bu hissizligini anlayamaz etrafindakiler. o yine rahatsiz olur cunku insanlar onun anlattiklarinin altinda baska baska nedenler aramaya kalkisir. "annenin olumunun uzerine bunalimdaydin, o yuzden mi isledin cinayeti?" der avukati. o ise "yoo, yok oyle birsey" turunden cevaplar verir.
olaylar oyle bir hal alir ki, Mersault'un asil sucu, isledigi cinayet degil de, annesinin cenazesinde aglamamasi olur. cenazede aglamamak nasil bir zalimliktir! yargilanmasi bu konu uzerine odaklanir.
Mersault'un hayata karsi bu denli duygusuz olusu rahatsiz edici. ona gore onda bir sorun yok, o hayati olmasi gerektigi gibi karsiliyor. ama insani duygulardan bu denli uzak olusu normal bir insan olmadigini dusundurtuyor digerlerine. Camus ise boyle dusunmuyor karakteri hakkinda. Camus'ya gore Mersault'un yaptigi -mis gibi davranmamak. baskalarini rahatlatmak ugruna aglamamak, ya da uzgun olup olmadigi konusunda yalan soylememek.
Mersault, toplumun davranis kaliplarinin disinda davraniyor ve bu yuzden toplumun disinda yer aliyor. onun duyarsizligi rahatsiz edici bir hal. ancak toplum onu kabul etsin diye toplum kurallarina uyuyormus gibi rol yapmamasi ise onu durust bir insan yapiyor. cinayeti isledigine dair pisman oldugunu soyle diyorlar, o ise yine dogruyu soyluyor ve pismanlik degil ama rahatsizlik duyuyorum diyor. icinde bulundugu kotu durumdan kurtulmak icin yalan soylememesi, onun durustlugunun boyutlarini gosteriyor.
Camus diyor ki, gunluk hayatin icinde yer alabilmek adina insanlar her gun yalan soyler ya da yalan olmasa da soylemek istediklerinin fazlasini soylerler. bunu hayati kolaylastirmak adina yaparlar. Mersault bunu yapmiyor, bu oyunu oynamiyor. oynasa, toplum onun canavar olmadigini gorecek ve rahatlayacak. Mersault'un toplumdan farkli davranmasi, toplumun onu bir tehdit unsuru olarak gormesine neden oluyor. toplum herkes bir olsun, herkes ayni sekilde davransin istiyor. bunu yapmayani ise, yani Mersault'u, icinden sokup atiyor.
kitabi sevdim, evet. sadece akla getirdigi sorular nedeniyle bile okumaya deger. ornegin, kitabin ardindan benim hala dusunmekte oldugum sorular sunlar: baskalari iyi hissetsin diye -mis gibi mi yapmali, yoksa dibine kadar durust davranip ne hissediyorsak sadece o kadarini mi soylemeli? tum toplum ayni sekilde mi uzulmeli? buna uymayanlari canavar mi ilan etmeli? peki bu farkliliklara nereye kadar izin vermeli? ya da farkli olmak icin izin istemek bile bir cesit kisilik hakkina saldiri degil mi? peki ama toplum olabilmek icin bazi ortak noktalar gerekli degil mi? o zaman nedir bu ortak noktalarin siniri? bu ortak noktalarin siniri ne olmali ki biz hem kendi basimiza farkli bireyler olabilelim, hem de birlikteyken bir toplum olabilelim?
dusunmelerim bitmis degil, gordugunuz gibi. kafamdaki sorular azalmak yerine, yalnizca cogaliyor.
18 Mart 2008 Salı
cancagizim diyebilmek...
burada iki Turk'le tanismistim bir kac ay once. ikisi de 35 yaslarinda, biri Izmirli Z., digeri Ankarali S. ikisinin de esi norvecli ve ikisi de uzun yillardir burada yasiyor. ikisi de ingiliz edebiyati bolumu mezunu, ikisinin de 3-4 yaslarinda cocuklari var.
boyle ardarda yazinca pek bir benzer gorunduler ama aslinda kisilik olarak epey farklilar. oyle farklilarki turkiye'de olsalar birbirleriyle gorusmeyeceklerini dusunurum. ama burada birbirlerini bulmus ve birbirlerine sarilmislar.
ikisine de kanim isindi diyebilirim de, bir sorun var. burada uzun yillar yasamis olmanin verdigi bir bikkinlik var onlarda. buradaki, turkiye'dekine kiyasla sinirli denilebilecek sosyal cevreleri, batar olmus onlara artik. buradaki hayatlarina yatirim yapmak degil de ozlerine donmek istiyorlar. o yuzden de S., "emekliligimi alir almaz turkiye'ye donuyorum" diyor. "e kocan ne olacak?" diye soruyorum. "cocuklar buyumus olacak, kocam da ister gelir ister kalir" diyor.
S. boyle diyor ama esi ile iliskisine baktigimda goruyorum ki hic de oyle birakip gidecek gibi uzak bir cift degiller. cok otesini bilemiyorum tabi ama uzaktan oyle gorunuyor ki paylasimlari var ve anlasiyorlar da.
e o zaman insan hala sevdigi bir adami neden birakip ulkesine donmek ister? acaba, yabanci bir sevgiliyle paylasilanlar ancak bir yere kadar mi oluyor? yuzeysel mi kaliyor? ya da ona duyulan sevgi baska seylere duyulan ozlemin onune gecemiyor mu?
kizlar biraraya geldi mi konu donup dolasip erkeklere gelir. bu biraraya gelmeler yurtdisinda oldugunda ise bu sefer konu 'yerli sevgili mi, yabanci sevgili mi' olur. bazi arkadaslarimin ortak tercihi, hayat arkadaslarini ayni kulturden secmek. ortak bir dili super konusuyor olmak yetmiyor onlara. ayni dili konusmak istiyorlar. o yuzden benim catlak arkadasim E., "bana 'cancagizim' diyemeyen biri ile olmaz" diyor.
bunun onemli oldugunu dusunuyorum ben de. iki insan ortak bir dili cok iyi konusabilir, anlasmakta sorun yasamayabilirler. ama dilin anlatamadigi ya da ogrenmeyle hissedilemeyecek duygular var. ornegin isterim ki, ben 'selvi boylum al yazmalim' dedigimde karsimdaki ne demek istedigimi daha fazla soze gerek kalmadan anlasin. oradaki tum duygular, tum dusunceler o anda aklina dussun. ya da icimiz ayni muzikle cossun, yine ayni muziklerle kederlensin. cilingir sofrasinda muzeyyen senar dinlerken sarkiya birlikte eslik edebilelim ya da turku soyleyelim birlikte ve o sozlerin ictenligi onu da vurabilsin.
elbette ayni dili konusmak ayni duygulari hissetmeyi garantilemiyor. ayni kulturden insanlar ayni mi oluyor? ama ayni dili ve kultur degerlerini paylasiyor olmanin onemli etkileri var ortak duygularin paylasimi icin.
yine de bu gibi konularda genelleme yapmamak gerek. ornegin hayatini yabanci damatlarla birlestirmis ve su an cok mutlu arkadaslarim var. ve biliyorum ki blog arkadaslarimin pek cogu da oyle. demek ki olay kisisel tercihlere ve farkliliklara variyor. bu gibi konularda dogru ya da yanlis tartisilamiyor. ne her bir Turk, ne de her yabanci ayni. farkli kisilikler farkli tercihleri ve farkli secimleri getiriyor. insan ruh ikizini bazen yanibasinda, bazen de dunyanin obur ucunda bulabiliyor. ya da baska degerler giriyor hayatiniza, o yeni insan ve getirdigi yeni kulturle birlikte. ve bunlar kompanse ediyor digerlerini.
ya da duygular degisiyor ve insan bir donem 'cancagizim' dedigine, yillar sonra 'benimle gelmese de olur' diyebiliyor.
tum bunlarin sebebi farkli. bazen kisilik farkliliklari, bazen kultur, bazen de cok baska sebepler. ama sonunda hepsi hayatin icinden, hayatin bir gercegi. hangi tercihin ne getirecegi her zaman onceden kestirilemiyor. bazen hic ummadik biriyle size ozel ortak bir dil kuruluyor. ve siz kendi turkunuzu soyler oluyorsunuz.
dusunuyorum, ne kadar iyi anlasir gorunseler de, S. ve esi o ortak dili kuramamislar demek ki. ya da paylasimlari, S.'nin ozlemlerinin onune gecememis. yakindaki, uzaktakinin yoklugunu dolduramamis. birseyler eksik kalmis. o eksikler de onemli olanlardanmis. keske diyorum, emekliligini beklemese de, su an su vakit gitse. eger ilaci buysa...
boyle ardarda yazinca pek bir benzer gorunduler ama aslinda kisilik olarak epey farklilar. oyle farklilarki turkiye'de olsalar birbirleriyle gorusmeyeceklerini dusunurum. ama burada birbirlerini bulmus ve birbirlerine sarilmislar.
ikisine de kanim isindi diyebilirim de, bir sorun var. burada uzun yillar yasamis olmanin verdigi bir bikkinlik var onlarda. buradaki, turkiye'dekine kiyasla sinirli denilebilecek sosyal cevreleri, batar olmus onlara artik. buradaki hayatlarina yatirim yapmak degil de ozlerine donmek istiyorlar. o yuzden de S., "emekliligimi alir almaz turkiye'ye donuyorum" diyor. "e kocan ne olacak?" diye soruyorum. "cocuklar buyumus olacak, kocam da ister gelir ister kalir" diyor.
S. boyle diyor ama esi ile iliskisine baktigimda goruyorum ki hic de oyle birakip gidecek gibi uzak bir cift degiller. cok otesini bilemiyorum tabi ama uzaktan oyle gorunuyor ki paylasimlari var ve anlasiyorlar da.
e o zaman insan hala sevdigi bir adami neden birakip ulkesine donmek ister? acaba, yabanci bir sevgiliyle paylasilanlar ancak bir yere kadar mi oluyor? yuzeysel mi kaliyor? ya da ona duyulan sevgi baska seylere duyulan ozlemin onune gecemiyor mu?
kizlar biraraya geldi mi konu donup dolasip erkeklere gelir. bu biraraya gelmeler yurtdisinda oldugunda ise bu sefer konu 'yerli sevgili mi, yabanci sevgili mi' olur. bazi arkadaslarimin ortak tercihi, hayat arkadaslarini ayni kulturden secmek. ortak bir dili super konusuyor olmak yetmiyor onlara. ayni dili konusmak istiyorlar. o yuzden benim catlak arkadasim E., "bana 'cancagizim' diyemeyen biri ile olmaz" diyor.
bunun onemli oldugunu dusunuyorum ben de. iki insan ortak bir dili cok iyi konusabilir, anlasmakta sorun yasamayabilirler. ama dilin anlatamadigi ya da ogrenmeyle hissedilemeyecek duygular var. ornegin isterim ki, ben 'selvi boylum al yazmalim' dedigimde karsimdaki ne demek istedigimi daha fazla soze gerek kalmadan anlasin. oradaki tum duygular, tum dusunceler o anda aklina dussun. ya da icimiz ayni muzikle cossun, yine ayni muziklerle kederlensin. cilingir sofrasinda muzeyyen senar dinlerken sarkiya birlikte eslik edebilelim ya da turku soyleyelim birlikte ve o sozlerin ictenligi onu da vurabilsin.
elbette ayni dili konusmak ayni duygulari hissetmeyi garantilemiyor. ayni kulturden insanlar ayni mi oluyor? ama ayni dili ve kultur degerlerini paylasiyor olmanin onemli etkileri var ortak duygularin paylasimi icin.
yine de bu gibi konularda genelleme yapmamak gerek. ornegin hayatini yabanci damatlarla birlestirmis ve su an cok mutlu arkadaslarim var. ve biliyorum ki blog arkadaslarimin pek cogu da oyle. demek ki olay kisisel tercihlere ve farkliliklara variyor. bu gibi konularda dogru ya da yanlis tartisilamiyor. ne her bir Turk, ne de her yabanci ayni. farkli kisilikler farkli tercihleri ve farkli secimleri getiriyor. insan ruh ikizini bazen yanibasinda, bazen de dunyanin obur ucunda bulabiliyor. ya da baska degerler giriyor hayatiniza, o yeni insan ve getirdigi yeni kulturle birlikte. ve bunlar kompanse ediyor digerlerini.
ya da duygular degisiyor ve insan bir donem 'cancagizim' dedigine, yillar sonra 'benimle gelmese de olur' diyebiliyor.
tum bunlarin sebebi farkli. bazen kisilik farkliliklari, bazen kultur, bazen de cok baska sebepler. ama sonunda hepsi hayatin icinden, hayatin bir gercegi. hangi tercihin ne getirecegi her zaman onceden kestirilemiyor. bazen hic ummadik biriyle size ozel ortak bir dil kuruluyor. ve siz kendi turkunuzu soyler oluyorsunuz.
dusunuyorum, ne kadar iyi anlasir gorunseler de, S. ve esi o ortak dili kuramamislar demek ki. ya da paylasimlari, S.'nin ozlemlerinin onune gecememis. yakindaki, uzaktakinin yoklugunu dolduramamis. birseyler eksik kalmis. o eksikler de onemli olanlardanmis. keske diyorum, emekliligini beklemese de, su an su vakit gitse. eger ilaci buysa...
11 Mart 2008 Salı
bugun, dun, bir onceki gun
Turkiye'den gelirken yanimda getirmek istedigim pek cok seyi getiremedim. bavullara sigamiyor pek cok ivir zivirim. cd'lerimi de getiremedim. D.'nin getirdigi cd'lerin icinden sadece bir tane Turkce cd cikti. benim arada Turkce muzik dinlemem lazim geliyor. o yuzden onemliydi bu cd.
Athena 2005. acaip eglenceli bir album. insanin moralini yerine getiren albumlerden. hem temposu, hem de mars gibi olan tarziyla insanin surekli sarkilara eslik edesi geliyor.
'cokuslerdeyim' sarkisinin ozellikle baslangic sozleri bir gulumseme konduruyor yuzume. "bir iyilik et kendine, lutfen git geri donme. kaldim cikmazda beni bekleme. o dumanli tepeden, sana bakan penceremden, bir haber son defa cereyanda kaldim."
gulumseten kismi, cereyanda kaldigini haber edisi. ne tatli :))
dun...
duvarima ilk posterimi astim. sicak renkler gormem gerek benim.
gecen iki hafta hic durmadan kar yagdi. disaridaki kar yarim metreyi buldu. pek olagan bir sey degilmis, en son 50 sene once yagmis bu kadar kar. bunlari duymak rahatlatici, cunku bu kadari biraz fazla geldi. tamam anladik yagabiliyorsun, ama yeter. burada bunlar oluyorken istanbul'da havanin 18 dereceyi buldugu haberleri kulaga cok hos geliyor. gerci su an 18 dereceyse yazin kac derece olur diye dusunup bir iyyk geciriyorum icimden.
iki gun once durdu kar. ve dun hava sekiz dereceydi. sifir dereceden sonra birden sekiz derece oyle sicak geliyor ki. tamam dedim, buraya da bahar geldi. ama ben telefonda 'hava cok sicak, bugun sekiz derece' deyince, annem bir tarafiyla guluyor bana, 'ay ne kadar sicakmis' diyerek.
bir onceki gun...
sinir harbi icinde gecen bir gunun ardindan eve varmak ve televizyonda jamie'yi yemek yaparken bulmak ne guzel. bir fincan earl grey cay kadar sakinlestirici.
jamie hep yemek yapsin, ben hep onu izleyeyim. etrafi ne kadar dagittigina aldirmadan, ellerini yemegin icine daldira daldira, 'look at that' diye diye yemek yapsin jamie. hayat onun yemekleri tadinda olsun; taze ve organik.
sans iste, bugun kuzu kebabi yapiyor jamie. sanki bana yapiyor. "bizim publarda yedigimiz kebap cok tatsiz tuzsuzdur. ama turk, yunan ve ortadogu mutfaginda kuzu eti ve baharatlar cok zekice birlestirilir" turunden de bilgiler veriyor.
kuzu kebap diyor ama aslinda kuzu sis kebabi yaptigi. mutfak robotunun icine kuzu eti, tuz, karabiber, kirmizi biber, kimyon, kekik, antep fistigi ve sumak koyuyor (sumak deyisi cok tatli). eti cok da parcalamadan, kiyma haline getirmeden robotta bir kac tur donduruyor. sonra bunlari sise diziyor. yanina da kirmizi soganli bir salata.
sonuc cok guzel gorunuyor. icimden geciriyorum: jamie simdi burada olsan, ya da ben orada olsam. birlikte yaptigin kebabi yesek, ama opusmesek. malum sekerim, sogan yedik.
Athena 2005. acaip eglenceli bir album. insanin moralini yerine getiren albumlerden. hem temposu, hem de mars gibi olan tarziyla insanin surekli sarkilara eslik edesi geliyor.
'cokuslerdeyim' sarkisinin ozellikle baslangic sozleri bir gulumseme konduruyor yuzume. "bir iyilik et kendine, lutfen git geri donme. kaldim cikmazda beni bekleme. o dumanli tepeden, sana bakan penceremden, bir haber son defa cereyanda kaldim."
gulumseten kismi, cereyanda kaldigini haber edisi. ne tatli :))
dun...
duvarima ilk posterimi astim. sicak renkler gormem gerek benim.
gecen iki hafta hic durmadan kar yagdi. disaridaki kar yarim metreyi buldu. pek olagan bir sey degilmis, en son 50 sene once yagmis bu kadar kar. bunlari duymak rahatlatici, cunku bu kadari biraz fazla geldi. tamam anladik yagabiliyorsun, ama yeter. burada bunlar oluyorken istanbul'da havanin 18 dereceyi buldugu haberleri kulaga cok hos geliyor. gerci su an 18 dereceyse yazin kac derece olur diye dusunup bir iyyk geciriyorum icimden.
iki gun once durdu kar. ve dun hava sekiz dereceydi. sifir dereceden sonra birden sekiz derece oyle sicak geliyor ki. tamam dedim, buraya da bahar geldi. ama ben telefonda 'hava cok sicak, bugun sekiz derece' deyince, annem bir tarafiyla guluyor bana, 'ay ne kadar sicakmis' diyerek.
bir onceki gun...
sinir harbi icinde gecen bir gunun ardindan eve varmak ve televizyonda jamie'yi yemek yaparken bulmak ne guzel. bir fincan earl grey cay kadar sakinlestirici.
jamie hep yemek yapsin, ben hep onu izleyeyim. etrafi ne kadar dagittigina aldirmadan, ellerini yemegin icine daldira daldira, 'look at that' diye diye yemek yapsin jamie. hayat onun yemekleri tadinda olsun; taze ve organik.
sans iste, bugun kuzu kebabi yapiyor jamie. sanki bana yapiyor. "bizim publarda yedigimiz kebap cok tatsiz tuzsuzdur. ama turk, yunan ve ortadogu mutfaginda kuzu eti ve baharatlar cok zekice birlestirilir" turunden de bilgiler veriyor.
kuzu kebap diyor ama aslinda kuzu sis kebabi yaptigi. mutfak robotunun icine kuzu eti, tuz, karabiber, kirmizi biber, kimyon, kekik, antep fistigi ve sumak koyuyor (sumak deyisi cok tatli). eti cok da parcalamadan, kiyma haline getirmeden robotta bir kac tur donduruyor. sonra bunlari sise diziyor. yanina da kirmizi soganli bir salata.
sonuc cok guzel gorunuyor. icimden geciriyorum: jamie simdi burada olsan, ya da ben orada olsam. birlikte yaptigin kebabi yesek, ama opusmesek. malum sekerim, sogan yedik.
6 Mart 2008 Perşembe
hatirla sevgili'yi izliyorum, gozlerim yasli...
bir kac haftadir internetten uzaktim ya, hatirla sevgili'yi izleyememistim. simdi ardi ardina izliyorum biriken bolumleri. aglamaktan bitap dustum.
gecen gun kucagimda bilgisayar, kulagimda kulaklik, 'mehmet öldü, mehmet öldü' diye hickirirken ben, D. gizlice fotografimi cekmis. fotografi buraya koymayi dusunmuyorum. hatta hic bir yere koymayi dusunmuyorum.
inanamiyorum gercekten boyle mi olmus, bu kadar mi olmus? o cocuklarin mahkemesi, o iskenceler, dusledikleri hayatla karsilarina cikan gaddarligin tezatligi kahrediyor.
insanin icini burkuyor asklarinin bu acikli, bu karsiliksiz hali. don kisotlar gibi, kocaman yel degirmenlerine meydan okuyorlar. ama nasil da dik basli ve gururlu. olum bile igreti durmuyor uzerlerinde. dokunduklari hersey guzellesiyor cunku. olum bile guzellesiyor onlarin yaninda.
bir yandan da elimde degil dusunuyorum, o gunden bugune ne degismis, ne degisti?
gecen gun kucagimda bilgisayar, kulagimda kulaklik, 'mehmet öldü, mehmet öldü' diye hickirirken ben, D. gizlice fotografimi cekmis. fotografi buraya koymayi dusunmuyorum. hatta hic bir yere koymayi dusunmuyorum.
inanamiyorum gercekten boyle mi olmus, bu kadar mi olmus? o cocuklarin mahkemesi, o iskenceler, dusledikleri hayatla karsilarina cikan gaddarligin tezatligi kahrediyor.
insanin icini burkuyor asklarinin bu acikli, bu karsiliksiz hali. don kisotlar gibi, kocaman yel degirmenlerine meydan okuyorlar. ama nasil da dik basli ve gururlu. olum bile igreti durmuyor uzerlerinde. dokunduklari hersey guzellesiyor cunku. olum bile guzellesiyor onlarin yaninda.
bir yandan da elimde degil dusunuyorum, o gunden bugune ne degismis, ne degisti?
4 Mart 2008 Salı
sirf universitede degil, her alanda ozgurluk!
kac kisi okuyabildi bu yaziyi? Radikal'de pek yakisikli yazarimiz Yildirim Turker'den baska soz edene rastlamadim.
akp'nin bu konudaki samimiyetsizligi ap acik ortada. onlarin derdi ozgurluk degil elbette. bunu nereden anliyoruz, akp'li Burhan Kuzu'nun "Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!" demesinden (Yildirim Turker, 18 Subat 2008).
ozgurluk konusunda samimi olmadiklari ortada. ama universitede ozgurluge, akp tarafindan yurutuluyor diye sirt mi cevirmeli, yoksa en basindan duzeltilmesi gereken bu yanlisin, bu sefer duzeltilmesine destek mi vermeli?
sevgili elektra bir onceki yazinin yorumuna yazmisti, basortulu kadinlarin haklarini savunanlarin cogunlugu erkek oldugu icin, bu ozgurluk savasciligi samimi gelmiyor. hakli. ama kendince konusan kizlar, kadinlar da var. biz yalnizca onlari duyamiyoruz, duymamiz engelleniyor.
bir grup basortulu ogrenci soyle bir bildiri yayinlamis. benim utancim ise, bu turde bir bildirinin biz 'ozgur olanlar' tarafindan gelmeyisidir. bildirinin ne kadar samimi olup olmadigi uzerine ahkam kesemeyiz, cunku bilemeyiz. ama bu, verilen mesajin degerinden eksiltmiyor. benim icin burada onemli olan, yasakci zihniyete karsi durustur.
ilk paragraf Yildirim Turker'in tanitici paragrafi, sonrasi bildirinin kendisi:
"Bu konuda, bana kalırsa son sözü söyleyenler, imzaya açılmış bir metinle karanlık görünen geleceğimize güçlü bir ışık olan bir grup başörtülü kadın oldu. Onların metnini, ola ki ulaşamadıysanız, birlikte okuyalım istiyorum. Derin bir soluklanıp yeniden başlayabilmek için
SÖZ KONUSU ÖZGÜRLÜKSE HİÇBİR ŞEY TEFERRUAT DEĞİLDİR
BİZ HENÜZ ÖZGÜR OLMADIK...
Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti: Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir.
Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki; üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız. Ta ki:
- Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan,
- Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan,
- 301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan,
- Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan,
- Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden,
- Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden,
- Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerelerde ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden,
- Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kaldırılmadan…
Kısacası;
12 Eylül darbe anayasasını esamesi okunmayacak şekilde ortadan kaldırıp yeni, sivil bir anayasaya yapılmadan mutlu olamayacağız.
Birimizin diğerimiz için tehlike olduğu korkusunu yayıp bizi birbirimize düşürerek bu adaletsiz düzenini devam ettiren yasakçı zihniyet tamamen ortadan kalkmadan hiç bir özgürlük tam özgürlük değildir.
Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız.
Unutulmamalı ki;
Gökler ve yer adaletle ayakta durur (Hz. Muhammed) "
akp'nin bu konudaki samimiyetsizligi ap acik ortada. onlarin derdi ozgurluk degil elbette. bunu nereden anliyoruz, akp'li Burhan Kuzu'nun "Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!" demesinden (Yildirim Turker, 18 Subat 2008).
ozgurluk konusunda samimi olmadiklari ortada. ama universitede ozgurluge, akp tarafindan yurutuluyor diye sirt mi cevirmeli, yoksa en basindan duzeltilmesi gereken bu yanlisin, bu sefer duzeltilmesine destek mi vermeli?
sevgili elektra bir onceki yazinin yorumuna yazmisti, basortulu kadinlarin haklarini savunanlarin cogunlugu erkek oldugu icin, bu ozgurluk savasciligi samimi gelmiyor. hakli. ama kendince konusan kizlar, kadinlar da var. biz yalnizca onlari duyamiyoruz, duymamiz engelleniyor.
bir grup basortulu ogrenci soyle bir bildiri yayinlamis. benim utancim ise, bu turde bir bildirinin biz 'ozgur olanlar' tarafindan gelmeyisidir. bildirinin ne kadar samimi olup olmadigi uzerine ahkam kesemeyiz, cunku bilemeyiz. ama bu, verilen mesajin degerinden eksiltmiyor. benim icin burada onemli olan, yasakci zihniyete karsi durustur.
ilk paragraf Yildirim Turker'in tanitici paragrafi, sonrasi bildirinin kendisi:
"Bu konuda, bana kalırsa son sözü söyleyenler, imzaya açılmış bir metinle karanlık görünen geleceğimize güçlü bir ışık olan bir grup başörtülü kadın oldu. Onların metnini, ola ki ulaşamadıysanız, birlikte okuyalım istiyorum. Derin bir soluklanıp yeniden başlayabilmek için
SÖZ KONUSU ÖZGÜRLÜKSE HİÇBİR ŞEY TEFERRUAT DEĞİLDİR
BİZ HENÜZ ÖZGÜR OLMADIK...
Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti: Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir.
Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki; üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız. Ta ki:
- Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan,
- Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan,
- 301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan,
- Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan,
- Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden,
- Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden,
- Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerelerde ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden,
- Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kaldırılmadan…
Kısacası;
12 Eylül darbe anayasasını esamesi okunmayacak şekilde ortadan kaldırıp yeni, sivil bir anayasaya yapılmadan mutlu olamayacağız.
Birimizin diğerimiz için tehlike olduğu korkusunu yayıp bizi birbirimize düşürerek bu adaletsiz düzenini devam ettiren yasakçı zihniyet tamamen ortadan kalkmadan hiç bir özgürlük tam özgürlük değildir.
Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız.
Unutulmamalı ki;
Gökler ve yer adaletle ayakta durur (Hz. Muhammed) "
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)