7 Nisan 2009 Salı

tokat gibi bir film - Revolutionary Road

sarki: Ink Spots - The Gypsy

Revolutionary Road, insana sıkı bir tokat atan filmlerden. seveceğimi en başından biliyordum da bu kadar etkileyeceğini tahmin etmemiştim. konusu kısaca, hayat. olduğu gibi, çıkmazlarıyla, umutlarıyla, hayal kırıklığıyla, boşluğuyla ve çırpınışlarıyla hayat.

bütün dertleri, yaşamak! kendilerini bir zamanlar hissetikleri gibi yeniden yaşıyor hissetmek isteyen evli bir çift. hayatın olağan sıradanlığından kurtulma çabaları, başka bir yerde, başka bir şey olma, başka bir hayatı yaşama umudu.

hayatın boşluğunu dolduracak her ne ise onu, başka bir yerde arama çalışmasına girişiyor karı ve koca. istedikleri hayatı başka bir yerde bulmayı arzuluyorlar. planlar yapılıyor. ama hayatın önlerine çıkardığı engellere takılıp ya da cesaretsizliklerine yenilip, vazgeçmek zorunda kalıyorlar. biri gidemiyor, diğeri kalamıyor. ve içine saplanıp kaldıkları bu çıkmazda, birbirlerinin sonunu getirecek suçlamalar ve cezalandırmalar geliyor.

onların o çırpınışları öyle tanıdık, öyle olağan, öyle hayatın içinden bir şey ki... onlar mutluluğu başka bir yerde aradıkça kafamda dönüp duruyor sorular. neden yaşamak için hep buradan başka bir yere gitmek gerek? o arzulanan hayat neden burada, olduğumuz yerde yaşanamaz? hayatın bir yere varmaz yollarından kurtulmak için, bizi soktuğu sıkıcı dönemeçlerinden çıkmak için çözüm, başka bir yere gitmek midir?

ve filmin (ve hayatın) asıl dileması: arzuladığın hayatı kovalamak omurgalı olmak mıdır, yoksa omurgalı olmak sorumluluklardan kaçmayıp onları sırtlayabilmek midir? doğrusu hangisi, ne pahasına olursa olsun arzuladıklarının peşinden koşmak mı, yoksa kendine ve yanındakine zarar verdiğini gördüğünde durabilmek mi? hayat önüne engeller çıkardığında kabul edip durmasını bilmeli mi, yoksa hep zorlamalı mı?

film bitiyor ama soruları bitmiyor... aklımda en çok kadın kahramanın tokat gibi repliği kalıyor: "sadece tekrar yaşama dönmemizi istemiştim. yıllardır ikimiz de dünyadaki en harika çift olduğumuz sırrını paylaşmıştık ... halbuki hiç bir zaman özel olmadık, kaderimizde yokmuş".

sorun özel olmayı arzulamakla başlıyor belki... sanki film alttan alta, hepimiz özeliz, ama herkes kadar diyordu. sanki üstün olmadığını kabullenebildiğinde hayat daha yumuşak olur der gibiydi... vazgeçmek ve kabullenmek aynı şey değiller. ama aradaki farkı görmek de kolay değil. kabullenmek, kaybetmek değil. değil ama ne, bilmiyorum.

5 yorum:

kafası karışık adam dedi ki...

Uzun zaman sonra iyi bir yazı. Beni düşündüren bir yazı olmuş.
Tebrikler ve teşekkürler.
Müzikde iyi.
Bu sayfalarda hayatı hayat yapan yazılar görmek çok iyi geliyor bana. Çer çöp içinde insanı düşündürmeye yönelten yazılar.
Sanki birazda eşim ve kendimi gördüm o çiftte. gidip boşanma davası mı açsam acaba(şaka tabii)
Teşekkür ederiz bu akıl dolu duygu dolu yazı için.

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Müziciğim,

Bu sezon en çok etkilendiğim filmlerden biriydi. Yazdıklarına katılıyorum, gözlemlerine, sorularına...
Kendi yazdıklarımı tekrarlamamak için link vereyim sana:
http://ekmekcikiz.blogspot.com/2009/03/devrimci-yoldan-hayallerin-pesinde.html

Sevgiler.
:))

şule dedi ki...

benim de bu yıl en etkilendigim filmlerin basinda geliyor bu film. kate burdaki performansiyla da rahatlikla oscari alabilirdi. hakettiginin katmerli bir kaniti sanki. film bana, senin de sordugun sorular nedeniyle, cok agir gelmisti. uzun zaman icimden konusup durmustum. guzel ama. cok guzel...

New York Muhtari dedi ki...

ahh Muzi, su anda gece 11:40 ve derse bir sure senin yazini okumak, sectigin muzigi dinlemek icin ugradim ama her ikisi de derinden etkiledi...

Yine yaptin yapacagini...

Filme gelince, hakikaten bazi diyaloglar etkileyeciydi... aslinda tebdili mekanda ferahlik vardir derler ama bu ne kadar dogru bilinmez, hayiflanmak, yasamin butun yukunu bu yapamadiklarina yuklemek kolay bir kacis yolu aslinda. Mekan degistirmek cesaret ister, ama bu sadece fiziksel anlamda degil, bu degisikligi her anlami ile kabullenip, hayata yeni bir yon verebileceksen ne ala.

Frank ve April'in evlenip, cocuk yapip, sehir disinda bir ev alip, toplumun beklentilerini yerine getirmeleri belki sonun baslangaci oldu. Yani hersey planli, programli. Halbuki basta Paris'e tasinma istegine sicak bakan Frank, aslinda degisimin kendinden ziyade, degisim fikrinin cazibesine kapildi ve ondan sonra olanlar oldu.. neyse filmi izlememisler vardir belki daha uzun yazmayayim...

bu arada iki hafta sonra, sinavdan hemen sonra Ispanya ve Turkiye'de olacagim :-))))) cok mutluyum...

müzi dedi ki...

kafası karışık adam,
bazen hayatı hayat yapan yazı, bazen laylaylom yazı, bazen sıkıcı, bazen boş, bazen güzel, bazen fuzuli yazı.. hayatın kendisi gibi yani..

ekmekçikız,
okudum yazdıklarını ve katıldım hepsine..
benden de sevgiler :)

şule,
gariptir, ağır olmasına ağır ama aslında insanı rahatlatan da bir film bu. çünkü hayatın bazen sadece senin için değil, herkes için bir çıkmaza girdiğini hatırlatıyor insana.
kate winslet konusunda sana katılıyorum. gittikçe güzelleşiyor, devleşiyor..

NY Muhtarı,
ah senin ve benim bitmeyen şu ders çilemiz. ne yapalım, bitecek elbet bir gün :))
mekan değiştirmek cesaret ister diyorsun, doğru. ama insan kendini değiştirmedikten sonra, her gittiği yere aynı kişi olarak gittikten sonra ne olacak ki, yine o gittiği yerde zamanla aynı sıkıntıları yaşamayacak mı, kendi aynı kaldığı için. şu aralar okuduğum her yerde aynı şey çıkıyor karşıma. en güzeli ve doğrusu, etrafındakilerin değişmesini istemek ve beklemek yerine, kendini değiştirmektir. belki o zaman mekan değiştirme gereği duymaz insan. yani değişim içimizde olmalı bence, illa etrafımızda değil. ama uzun ve çetrefilli konular bunlar di mi?

sınavlarında başarılar ve şimdiden iyi tatiller diliyorum sana. ne zamandır Türkiye diyordun, sevindim senin adına :))