29 Nisan 2008 Salı

Havadan sudan

tabiat karsisinda insan nasil da yenik. yalnizca deprem, sel gibi felaketler degil kastettigim. mevsimin kistan bahara donusumu gibi bizimle alakasi yokmus gibi gorunen bir surecte bile nedendir bunca insanin agiz birligi etmiscesine 'halsizim, yorgunum, isteksizim' demesi.

bahar buralara da gelmis ki cicekler acmis. kapimin yanibasinda acan ve laleye benzeyen ciceklerin ismi ne acaba?

gunler uzadi. sabah 4 gibi gun aydinlanmaya basliyor ve gece 22'de karariyor. havalar 15 derece civarinda seyrediyor. kaskol coktan cikmisti, simdi ise ne olur ne olmaz denilerek cantaya koyulan sapka. dikkat etmeli yine de, bu parlak gunes aldatici. gokyuzu ise masmavi rengi ve beyaz bulutlariyla hep cezbedici. artik kesinlik kazandi, benim bulutlara ve mavi gokyuzune karsi zaafim var. bu kacinci gokyuzu fotografi, hem de ayni noktadan?




bir diger zaafim ise dolunay. her ay ne zaman ciksa cekiyorum bir kac fotograf. evde, oturdugum koltuktan cama bakip da dolunayin ciktigini gorunce eve sevdigim ama davetsiz bir misafir gelmis gibi hissediyorum. oturdugum yerden cama baktigimda onu orada goruyor olmak mutlu ediyor beni. keske hic yer degistirmese, hep ayni izada kalsa. o daha fazla batiya kaymadan, camimin onunden gitmeden cekiyorum fotografini. ancak gecen haftaki dolunayi cekemedim. penceremin izasina geldigi siralar daha erken saatler oldugu icin disaridaydim. alttaki mart ayinin dolunayi. evet, bir ay once damlarda hala kar varmis.



havalarin guzellesmesi sehri de etkiledi. daha once fark etmedigim bir cok kafenin varligina caddelere, sokaklara koyduklari masalarla vardim. sokak kafeleri ne kadar guzel degil mi? bir sehrin yasadigina dair en guzel kanitlar. bir de kahveye olan tutkumdan midir bilmem, barlardan, restoranlardan cok kafeleri severim ben. neredeyse tanidigim herkesin vardir bir kafe sahibi olma hayali. ben niye onlardan farkli olayim ki? biz de 4 arkadas bir kafe acip sabaha kadar kahve-cay esliginde cene calmayi hayal ederdik. bizim sohbetlerimiz uzun olur, bir kafeye girdik mi en az 4 saat otururduk. sonlara dogru bir kovulma endisesi sarardi bizi. "-garson bu sefer kesin kovmaya geliyor. ne isteyelim, kahve, cay? -icim disim cay oldu yahu. -iyi peki, ikinci bir tatli?" diyaloglari neticesinde, fark ettik ki en iyi cozum kendi kafemizi acmak. henuz girisimlerde bulunmadik ama hayalini kurmak cok zevkli.

gecen haftasonu ise kahve icmeye kofi annan'a ugradik :)



haftasonu demek bizde pizza demek. Gecen gun blog icinde temizlik yaparken ilk pizza denememi gorup guldum kendime. Ilk denemenin uzerinden aylar gecti, su an geldigim asamayi da kaydetmem gerek diye dusundum.



Ingiltere’de okurken bir donem, cep harcligi cikarmak icin pizzacida calistim. Genelde kasada durdugum icin, pizza yapmasini biliyorum diyemezdim yine de. Ama bu aylar oncesine kadardi. Gecenlerde, yaninda calistigim kisiye yaptigim pizzalarin fotograflarini gonderip yanlarina da ‘yamaginla gurur duyabilirsin’ diye not eklemistim. O da cevap yazmis, ‘seninle gurur duyuyorum’ diye. Cok da abartilacak bir sey degil, alt tarafi pizza. ama mutfakta vakit gecirmeye pek de hevesli olmayan beni dusunecek olursak, insanlik icin degil belki ama benim (ve benimle yasayan kisi) icin buyuk bir adim.

20 Nisan 2008 Pazar

SIKILDIM

su son gunlerde hayata karsi cok da hevesli hissetmiyorum kendimi. 'kedidir kedi' der gibi, 'bahardir bahar' diyorum, uzerinde durmuyorum.

aklimdan yazmak icin bir cok konu geciyor, ama yazacak enerjiyi bulmak zor. yalnizca dusunmekle geciriyorum zamani. hani rozet edebiyatinda bir soz vardir, 'ders calisma istegi geldiginde, oturup gecmesini bekle'. oyle yapiyorum, aklima konular geliyor, uzerlerinde dusunuyorum, sonra geciyorum.

istanbul'dan gelmesini bekledigim kisiyle birlikte bir de paket geldi. paketin icinden orhan pamuk-istanbul cikinca oldukca sevindim. bu kitabi henuz okumuslugum yok ama bir ingiliz'e hediye etmisligim var. istanbul'u sahsen de gezdirdigim bu kisiye kitabi nasil buldugunu sordugumda, huzunden bahsedilen kismin ona agir geldigini ve kitaba devam edemedigini soylemisti. 'ne anlarsin sen' diye gecirmistim icimden. utanmasam 'begenmediysen geri ver de ben okuyayim' diyecektim ama sonra dusundum, orhan pamuk'u niye ingilizce okuyayim ki ben.

kitaba dun basladim. megoloman gibi gorunmekten cekinmesem, orhan pamuk ile aramizda ne kadar cok ortak yon varmis diyecegim (yazi kabiliyeti konusunda degil, baska konularda). demeyeyim ama demis kadar olayim, soylemek isteyip de soyleyemedigim seyi soylemis olayim.

dun okulda pakistan yemekleri festivali vardi. davetiye verilmis, biz de gittik. yemek kismi guzeldi. pakistan kulturunun tanitildigi bolum ise biraz sIkti beni. oylece oldugu gibi kulturu tanitmaya calissalar hadi neyse de, onlarin ki, 11 eylul'den sonra bozulan imajlarini duzeltme gayretiydi. "11 eylul'den sonra artan dusuncelerin aksine, pakistan halki hosgoruludur" turunden seyler soyluyorlardi, bizden cok kendileri inanmak ister gibi. dogu bile kendini, batinin onu gordugu gibi goruyor. edward said oryantalizmi yazarken bunlardan bahsetmiyor muydu? ve yine burada, karsimda pakistanlilar, aslinda ne kadar iyi insanlar olduklarini soyleme geregi hissediyorlar. onlar kendilerini savunma geregi hissettikce, onlar adina ben eziliyorum. hepsi terorist yaftasini yemis olmanin ezikligini tasiyor sanki. 'dude', demek istiyorum. "dert etme, 11 eylul'den once de dusman olarak goruyordu seni amerika. hic hollywood filmi izlemedin mi sen?". ama bunlar yerine, "hersey cok guzeldi" diyerek ayriliyorum geceden.

isteksizce gecen su gunlerde That 70s Show'a vurdum kendimi. neden hayat bir sit-com tadinda gecmiyor? gecebilir halbuki. eger ben hayati daha az ciddiye alir, daha az endiselenmeyi ogrenebilir, degistiremeyecegim seyleri kabul etmeyi basarabilirsem, hayat pekala bir sit-com tadinda gecebilir. gecmeli de.

hayat geciyor her gun, gereginden fazla endiselenme ile. neden bu endiselenmeler? el kitabinda yazili ve herkes tarafindan onaylanmis mukemmel hayati yakalayabilmek icin. hersey mukemmel olmali. evin, isin, sevgilin, arkadaslarin, dis gorunumun, ic gorunumun, gelecek planlarin... fark ediyorum ki tum bu yazili kurallar altinda eziliyorum ben. birakamiyorum da. bosver oldugu kadar diyemiyorum. dert ediniyorum. diziyi izlerken, onca soruna ragmen nasil da eglenmesini biliyorlar diye dusunuyorum. evet gercek degiller, ama yine de onlardaki hayata bakis tarzini ogrenmem gerekiyor benim. elimden geleni yaptiktan sonra, 'bundan sonrasi benim sorumlulugum degil' demesini ya da en basitinden bir 'bana ne yaaa' cekmesini ogrenmem gerekiyor. olumsuzluklari hayatin dogal bir parcasi olarak kabul etmeyi ogrenmem ve endiselenmem gerektigi kadar endiselenip ertesi gun yine sifir kafayla baslamasini bilmem gerekiyor. benim biraz bosvermem gerekiyor. ya da benim bir sit-com karakteri olmam gerekiyor.

6 Nisan 2008 Pazar

marimba ritimleri calmaya basladiginda...*

baharin hala gelemedigi buralarda, muzigin gucune biraktim kendimi...

caldigi surece her sey daha guzel.

bir bahar havasi degil ama, 'bosver, gel dans edelim' havasi...

kâfi.

* calan sarkidan alinti.

2 Nisan 2008 Çarşamba

sana ancak bir insan kiyardi!


Kanada’da fok avi yeni baslamadi aslinda. Av sezonunun en yogun donemine girildigi icin fok avina ve Kanada’ya dair haberler yogunluk kazandi.

Kanada’nin yanisira fok avinin yapildigi diger ulkeler Norvec, Gronland, Rusya ve Namibya. Konunun ilgi odagi yalnizca Kanada oldu cunku sayi itibariyla katliamin cok buyuk bir kismi burada gerceklesiyor.

Bu ava neden karsi olundugu ortada, insanin bakmaya bile dayanamadigi goruntuler… Ben neden karsi olunmadigini merak ettim. Okudugum nedenlerden bazilari sunlar. Kod baligi ile beslenen foklarin, kod baligi sayisinin azalmasina neden oldugu, bu nedenle foklarin sayisinin uygun bir seviyede tutulmasi gerektigi iddia ediliyor. Ancak Greenpeace, kod baligi sayisi ve fok iliskisinin yalan oldugunu savunuyor. Bir diger neden, fok avinin, eskimolar icin onemli bir yasam kaynagi ve geliri olmasi. Diyelim dogru, o zaman bu is sadece Eskimolar’a birakilsin. Zaten toplam avin sadece %3’u eskimolar tarafindan gerceklestiriliyormus. Katliama bir diger neden ise, ozellikle Avrupa moda evlerinden fok postuna yuksek oranda talep olmasi. Oldurulen foklarin sayisinda son 10 yilda bu nedenle artis gorulmus.

Sorun sadece avlanma degil, avlanma sekli de. Hic bir neden, bu avlanmanin neden boyle vahsice yapilmasi gerektigini aciklayamiyor. Fok, ‘hakapik’ denen cekice benzer av aleti ile basina defalarca vurularak olduruluyor. Av sirasinda tufek tercih edilmiyor cunku kurk zarar gorurse bir kiymeti kalmiyormus. Norvec ve Gronland yasalari fokun tufekle oldurulmesini zorunlu kiliyor. Ancak asil katliamin yapildigi Kanada’da foklar baslarina vurularak olduruluyor.

Kanada, gecen senelerde buyuk yanki uyandiran kanli goruntulere medya yasagi getirmis. Vahset iceren goruntulerin halkin sagligini bozabileceginden mi yoksa bu rezillik cok fazla ortaliklarda gorunmesin diye mi bilemedim.

Kanada ve avin yapildigi diger ulkeler, her yil kota belirliyorlar, bu sene bu kadar fok oldurulebilir diye. Bu kotalara sadik kalindigi muddetce fok neslinin tehlikeye girmeyecegini dusunuyorlar.

Ben okuduklarimdan pek coguna inanmiyorum. Hatta rakamlara hic inanmiyorum. Niye inanayim ki kac hayvanin katledildiginin cetelesinin duzgun bir sekilde tutulduguna?

Bir hayvani bu sekilde katletmeyi kabul edilebilir goren bir zihniyete, niye-nasil inanayim?

Bir seyler yapmak isterseniz, buradan, bu avi protesto amaciyla tum Kanada deniz urunlerini boykot ettiginizi bildirebilirsiniz.